17 aralık ‘olayı’

17 Aralık 2013 tarihi bugün itibariyle sosyal bilimlerin araştırma konularından biri olacak. Üzerine tezler yazılacak, makaleler basılacak, köşe yazılarından geçilmeyecek, farklı perspektiflerin çarpışmasından – çoğunlukla kuru olsa da – gürültü çıkacak. Bilhassa Türkiye sınırları içinde bu böyle olacak ama kesinlikle yalnız Türkiye özeliyle sınırlı kalmayacak.

Gelecek projeksiyonlarından ve bilhassa da tahminlerden nefret eden biri olarak, bir üstteki paragrafı gönül rahatlığıyla yazıyorum, zira 17 Aralık günü olanlar, Türkiye’de iktidarı meydana getiren ‘şey’in yalnızca hükümetle veya iktidar partisi ile ilgisi olmadığını bir kez daha kanıtlayarak, iyi-kötü, doğru-yanlış, sağ-sol, hatta (liberal bir ideal olarak) yasama-yürütme-yargı gibi naif ayrımların olmadığı (aslında, bunların yalnızca bir yanılsamadan ibaret olduğu) bir siyasi yapıyı ülkenin en apolitik kesimlerine bile duyurmuşa/hatırlatmışa benziyor. Twitter ve Facebook – o klişe deyimle – ‘yıkılıyor’, insanlar birbirlerine şaşkın sorular soruyor, TV kanalları yine belgesel yayımlama yüzsüzlüğüne sarılıyor, gazeteler ve internet medyası şimdilik ‘kendi mezheplerine’ göre takılıyorlar. İnsanlar, belki de koalisyon dönemlerinden beri ilk defa ‘yolsuzluk’ kavramını gündelik tartışmalarına taşıyor ve din-etnisite-kültür merkezli siyasetin sorgulamasını yapıyorlar. “Müslüman adamdır yapmaz” gibi pratikteki önemi ve geçerliliği şüpheye açık argümanlar, Başbakanlık Danışmanı Yalçın Akdoğan’ın şu tweetiyle işaret ettiği gibi, bir Müslümanın diğer bir Müslümana ‘yaptığı’ ile kendi kendilerini imha ediyorlar. Herkesin bu konuda bir ‘fikri’ oluşuyor, bu ‘fikirler’ hiç şüphesiz, önümüzdeki birkaç ayın seçim sloganlarını, stratejilerini ve tartışmalarını ciddi biçimde yeniden-dönüştüreceğe benziyor.

Ancak tüm bunlarla birlikte gözden kaçırılmaması gereken paralel bir süreç de bu ‘oyunun’ içinde yer alıyor: biz (alelade) vatandaşların bu aşırı enformasyonun, kimlikleri henüz belirli olmayan aktörlerin, çok su kaldıracağı apaçık ortada olan siyasi/toplumsal sonuçların altında kalması ve bir kez daha siyasi yapı tarafından pasifize edilmesi tehlikesi. Frederic Jameson’a göre “geç kapitalizmin,” [1] David Harvey’ye göre ise “neo-liberalizmin,” inşa ettiği bugünkü yapı, unutulmamalı ki, bireyler-arasındaki “geçici sözleşmelerin profesyonel, duygusal, cinsel, kültürel, ailevi ve uluslararası alanlardakiler kadar siyasi meselelerdeki kurumların da yerine geçtiği” [2] post-modern kültürü ve zihinsel kavrayışları ön plana çıkarıyor. Günlük olayların ‘geçiciliği’ kendisini en çok siyaset alanında gösteriyor. One-night-stand bir ilişki gibi, siyasal hayatta olan bitenler de bir anda ‘tüketiliveriyor’. Bu kültürde siyasi olaylar, sanki rahat koltuklarımızda kaykılarak karşısına konuşlandığımız dev ekranlarda, bize pop-cornumuzla birlikte servis edilmiş, sevgilimizle sarılarak izlediğimiz ve hepsinden önemlisi bizden bağımsız gerçekleşen birer sinema filmiymiş gibi aksettiriliyor. Yüz yirmi dakika süren bir heyecan fırtınasından, göz yaşı selinden, tüyleri diken diken eden gerilimden, hatta pornografik bir sahneden farkları yokmuşçasına, bizi gerçek hayatın birer izleyicisi, ‘vekaleten’ içinde yer aldığımız kolayca-harcanabilir-nesnesi haline getiriyor. Üstelik – en vahimi – biz tüm bunların farkında olsak bile, bunu öyle ‘doğalmış’, öyle ‘normalmiş’ gibi yapıyor ki, “doğal bir niteliğe bürünen rutinin paradoksu” bir anda gözden kaçıveriyor: “Kusursuzlaştırılmış bir teknik sayesinde yaratılan şey ile gündelik varoluş arasındaki gerilim azaltıldıkça [doğallık ideali] kendisini daha da buyurgan biçimde dayatıyor.” [3]

Bugün olan bitenler, televizyonlarda izle-yeme-diklerimiz, internette/gazetelerde okuduklarımız, birbirimizden duyduklarımız BİR FİLM DEĞİL! Gerçekle, bizzat bizimle, alakası ne kadar kopuk gözükürse gözüksün ve bu gerçekliğin kendisi ne kadar başarılı biçimde yaratılmışsa yaratılsın; komplo teorilerinden, onun bununla savaşından, bilmem kimin istifasından, aslında hepsinin altında yatan olaylardan, yalnızca X gazetecisinin ulaşabildiği bavullardan, MİT’e yakın birinden, hatta doğrudan CIA ajanlarından bağımsız bir GERÇEK bu! Bu gerçeğin içini doldurup onu bir ‘olay’a dönüştürmek, televizyon spikerlerine, köşe yazarlarına, akademisyenlere, akil insanlara veya politikacılara düşen bir görev değil. Bugün yaşananların doğrudan benimle, seninle, onunla, bizimle, sizinle, onlarla ilgisi var. Kaçıp bir yerlere saklanabileceğimiz, etkisinden kurtulabileceğimiz, zapping ile geçiştirebileceğimiz, yarısında çıkabileceğimiz bir film izlemiyoruz. Kendimizi bundan soyutlayamaz, tarafsızlığa yaslanamaz, gözlerimizi sımsıkı kapatamaz, ‘objektif bilgi bekliyorum sonra yorum yapacağım’ safsatasına sarılamaz, intikam sloganlarına kapılamaz, mazlum rolü oynayamaz, teselliyi başka yerlerde arayamayız.

Bu bizim hayatımız.

Bugün.

Şimdi. 

 

[1] Frederic Jameson, Postmodernizm ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı, (çev.) N. Plümer ve A. Gölcü, 1991/2008, Ankara: Nirengi.

[2] Jean-François Lyotard’dan aktaran, David Harvey, A Brief History of Neoliberalism, 2005, Oxford: Oxford University Press, s. 4.

[3] Theodor W. Adorno ve Max Horkheimer, Aydınlanmanın Diyalektiği: Felsefi Fragmanlar, (çev.) N. Ülner ve E. Ö. Karadoğan, 1944/2010, İstanbul: Kabalcı, s. 172.

Comments Off on 17 aralık ‘olayı’

Filed under Siyaset

Comments are closed.