“Neden Ankara katliamı hakkında bir yazı yazmıyorsun?”
Sadece etrafımdakiler sormuyordu bu soruyu, ben de kendime soruyordum. Soruyordum ama yanıtlayamıyordum…
Biraz önce Alain Badiou’nun şu sözlerini okudum ve aslında Ankara katliamına dair zihnimde bir araya getiremediğim tüm sözcüklerin, benden önce ve benim hiçbir zaman anlatmayı beceremeyeceğim biçimde söylenmiş olduğunu fark ettim. Sadece onları buraya aktarmak istedim.
“Her halükarda yaşayacak ya da öleceğiz; üstüne üstlük mutluluk ya da mutsuzluğun, ne başkaları ne de kişinin kendisi adına, hiçbir zaman dert edilmemesi gerekir. Söz konusu olan, zarları mümkünse, en azından bir kez atmaktır… Her insan en az bir hakikat için olanaklı bir bahis nesnesini elinde bulundurur. Sırrı budur… zira eğer ‘her bir düşünce bir zar atımını ortaya koyar’ ise, zar atımı olmayan yerde düşüncenin de olmadığını kabul etmek gerekir.
Sırra ilişkin olarak, Sartre bunu ‘Her insanın değeri diğer her insan kadardır’ şeklinde ifade ediyordu; ben de şöyle diyorum: Bütün insanlar düşünebilir, bütün insanlar tesadüfi bir biçimde özne olarak var olmaya çağrılırlar… İnsan insanın adaletidir çünkü herhangi bir olay onu çağırdığı takdirde, cesedini terk ederek çuvalıyla birlikte hakikatin karanlığında emeklemeye yetecek kadar sırrı vardır içinde.” [1]
10 Ekim 2015 sabahı Ankara’da olan bitenin sorumlularının tüm derdi buydu işte: o zarı attırmamak! İnsanı düşüncesinden, adaleti insandan ayırmak…
Oysa zar hep var. Zar varsa, adalet de var…
[1] Alain Badiou, “Jean-Paul Sartre: Tutulma, Bırakış, Sadakat,” Fransız Felsefesinin Macerası: 1960’lardan Günümüze içinde, (çev.) P. B. Yalım, 2012/2015, İstanbul: Metis, ss. 33-34.