ABD’li ünlü progressive metal grubu Dream Theater’ın bu yılın (2016) başında çıkardığı albüm, The Astonishing, dinleyicilerini müziksiz bir dünyayı tasvir eden bir hikayeye çağırıyordu.
2285 yılına gelinmiş, tüm dünyanın kontrolü Great Northern Empire’ın İmparatoru Nafaryus’a geçmiştir. Nafaryus’un en dikkat çekici icraatı gezegende müzik yapılmasını yasaklamak olmuştur. Müziğe benzer tek şey, insansız hava araçları Noise Machine’ler (NOMAC’ler) tarafından üretilen ve insanlarda hiçbir duygu uyandırmayan katatonik ‘sesler’/’gürültüler’dir. Nafaryus’un imparatorluğuna karşı olsalar da onu devirmek için hiçbir güce sahip olmayan insanlar, bir umutla Ravenskill Rebel Militia isimli isyancı örgütü kurar. Örgütün yöneticisi Arhys tüm iyi niyetine karşılık, Nafaryus’un icraatlarına karşı koyamaz. Ta ki, kardeşi Gabriel’in bir özelliğini keşfedene kadar…
Hikaye bu ya, Gabriel o güne dek eşi benzeri görülmemiş bir sese ve müzikal yeteneğe sahiptir. Onun yaptığı ezgili çağrılar, her geçen gün daha fazla insanda yankı bulur; Ravenskill Rebel Militia’nın katılımcı sayısını da sürekli arttırır. Kurtuluş, Gabriel’in sesi ve müziğindedir. Hayatlarında ilk defa bir müzikle, bir melodiyle, bir tınıyla karşılaşan insanlar, onun cazibesine kapılarak Nafaryus’a karşı ayaklanmayı başlatma cesaretine nihayet sahip olmuşlardır…
[embedyt] http://www.youtube.com/watch?v=ye0H91hxUMw[/embedyt]
Hikayeyi daha başa saralım… taa milattan önce dördüncü yüzyıla…
Daha o günlerde “acaba müziğin gerçek doğası dinlenme gereksinmesini doyurmaktan daha yüksek bir değer taşıyor mu?” diye sorar Aristoteles ve ekler, “biz herkesin onda bulduğu genel hazzı yalnızca paylaşmaktan fazlasını yapmalıyız; müziğin karakter ve zihin üstünde herhangi bir etkisi olup olmadığını araştırmamız gerekiyor… [Müziğin] kişiliği etkilediği, insanları çılgın gibi heyecanlandırdığı – hem bir zihin hem de bir ahlak durumu olarak taşkın bir heyecan yarattığı – pek iyi bilinmektedir.”[1]
Yazdığı satırlarla okuyucusunu müziğe karşı ‘dikkatli olmaya’ davet eden Aristoteles, devam eder:
“Ritm ve melodilerde gerçeğe – öfke ve yumuşaklığın, ayrıca cesaret ve ılımlılığın ve bunların karşıtlarının, giderek bütün ahlak niteliklerinin gerçekliklerine – yakın bir benzerlik vardır; dinlenilen müziğin bizde sahiden duygusal bir değişiklik yaratması, bunun bir belirtisidir. Gerçeğe benzeyen şeylerde haz (ya da acı) duyma alışkanlığı olmak, gerçek karşısında da aynı yatkınlığı olmaya çok yakındır… [M]üzikte ahlaki nitelikler vardır, işittiğimiz melodiler bunları temsil eder. Böyle olduğu besbellidir, çünkü bir kere, makamlar ya da uyumlar arasındaki doğal ayrılık vardır – bunlar, dinleyenlerinde farklı tepikler yaratırlar, hepsi aynı yönde etkilenmez.”[2]
Bu nedenle Aristoteles’e göre müzik eğitimi ciddi bir iştir. Müzik “belli zihin halleri yaratma gücü”[3] olduğu için bizzat devlet tarafından eğitimi verilmesi gereken ve kontrol edilmesi gereken bir sanattır. Çocukların bir enstrüman çalmaları veya şarkı söylemeleri, müzikten zevk alabilmeleri ve onu bilebilmeleri için hafif bir eğitim, görevini pekala yerine getirecektir. Ancak, bundan sonrası – hele bazı makamların veya kitara ya da üflemeli çalgıların öğrenilmesi – kesinlikle yasaklanmalıdır.
“Öyleyse, profesyonel ölçülerle ve yarışma niteliğinde çalgı çalmayı ve şarkı söylemeyi öğrenmek eğitim değildir, diyeceğiz. Bu anlamda çalıp söyleyenler, kendi karakterlerini geliştirmek için değil, dinleyicilerine zevk vermek için böyle yapmaktadırlar, hem de bayağı bir zevk… [Yöneldikleri] amaç – halkı eğlendirmek – aşağılık bir şey olduğu için sonuçları da ister istemez alçaltıcıdır. Dinleyici adi bir adamdır…”[4]
Aristoteles, yorumunda çok açıktır: Müzik bir zevk verme aracı olduğu ve gerçeğin yerini almaya başladığı ölçüde aşağılıktır ve bu nedenle de yönetici tarafından yasaklanmalıdır.
[embedyt] http://www.youtube.com/watch?v=K0cTj2N9hlo[/embedyt]
Hikayeyi bugüne getirelim… 2016 yılı Türkiye’sine…
Aristoteles’i çağrıştıran bir fetva ile gündeme gelen Diyanet İşleri Başkanlığı diyor ki: “Kuran ve sünnette, müzikle meşgul olmanın, müzik dinlemenin mutlak anlamda günah olduğunu gösteren deliller bulunmamaktadır. Bu itibarla, dinimizin temel inanç, amel ve ahlak ilkelerine aykırı olmayan, haramların işlenmesine sebep olmayan müzik türlerini dinlemekte dinen bir sakınca yoktur. Ancak cinsel arzuları tahrik eden ifade ve tasvirleri içeren, haramları güzel gösteren müzikleri yapmak ve dinlemek ise günahtır.”[5]
Olayın iki boyutu var.
İlk boyutu, 2016 yılında, Anayasasında (Madde 2[6]) “laiklik” güvencesi olan bir ülkenin herhangi bir kurumunun, herhangi bir sıfatla ‘fetva’[7] verebiliyor oluşu ile ilgili… İslam dininde bir ruhban sınıfının bulunmayışı, Cumhuriyetin Batılı değerlerini taşıması istenen ‘yeni Türk’ insanının ortaya çıkartılması sürecinde dönemin hakim ideolojisine, Şeriye ve Evkaf Vekaleti yerine Diyanet İşleri Başkanlığını ve Evkaf Umum Müdürlüğünü kurdurtmuştu (1924) – verdikleri bu karardan bugün ne kadar memnun oldukları ayrı bir tartışma konusu herhalde.[8] Başbakanlık kurumuna bağlı olan Diyanet İşleri Başkanlığı, o günden bu yana her yeni gelen hükümetin ve esen her yeni ideolojik rüzgarın etkisiyle bir oraya bir buraya savruldu. Daha ilk günden, bol Türk etnisitesi ile bezeli Sünni-Hanefi geleneği üzerine kurulu doktrinleri savundu, böylece başta Alevilik olmak üzere diğer mezhepleri ve sayıları gittikçe azalan gayri-Müslim inançları yadsıdı. Yadsıdı yadsımasına ama Alevi veya gayri-Müslim vatandaşlardan, hatta kağıt üzerinde Sünni-Hanefi mezhebinden olsa da herhangi bir dini ritüeli takip etmeyen insanlardan alınan vergilerle hayatta kalmaya devam etti. Kimi zaman radikalleşen söylemlerine rağmen orta-yolcu bir muhafazakarlık tutturdu, son derece öznel bir laiklik yorumuyla da bir şekilde çerçevelendi/meşru hale getirildi (Madde 136[9]).
Eh ‘orta-yolcu muhafazakarlık’ denildiğinde akla gelen ilk filozofa – Aristoteles’e – bu kadar benzeyen bir kurum, neredeyse kopyalanmış bu söylemi tekrarlayarak bizi de çok şaşırtmadı haliyle…
Ancak burada öne çıkması gereken bir başka nokta daha var. 1928 yılından, Anayasadan “devletin dini İslamdır” ibaresi çıkartıldığından beri, Türkiye Cumhuriyetinde siyasal otoriteyi Max Weber’in “yasal-akılcı otorite”si temsil ediyor. Bir başka deyişle, Türkiye’de o günden beri konulan tüm resmi hükümler, varlık ve geçerlik sebeplerini aklın gerektirdiği bir nedene dayanma ve (ana)yasal çerçeveyle sınırlanma koşullarından alıyor. Dinsel bir nedene dayanan yasalar, öneriler ve hatta dinsel kuralları belirleme gibi yaptırımlar, devletin herhangi bir organı aracılığıyla vatandaşlara dayatılamıyor. Tam da bu noktada benim merakımı Diyanet’in “cinsel çağrışımlar yapan müzik dinlenmez” söyleminin ne kadar akla uyduğu ve (hangi) yasalarla nasıl çerçevelendiği mevzuları çekiyor.
[embedyt] http://www.youtube.com/watch?v=xiK2JlBpzvI[/embedyt]
Dolayısıyla olayın ikinci boyutu, Diyanet’in kendini fetva verecek kadar yetkili ve sorumlu ilan ettiği müzik konusunda gerçekten ne kadar bilgili olduğu ile ilgili oluyor… Diyanet’in ya da Din İşleri Yüksek Kurulunun İslam dini ile ilgili bilgisini tartışacak değilim. Bu kurumlarda çalışan insanlar hangi sınavlarla veya eleme yöntemleriyle çalıştıkları pozisyonlara atanıyorlar bilmiyorum; bu nedenle, bir devlet kurumunun ciddiyetini verili sayıp, buralarda çalışanların hem bu işi yapmak isteyen hem de en iyi şekilde yapan insanlar olduğunu kabul ediyorum. İslam dinine, daha doğrusu Sünni mezhebe dair konularda çalışmak isteyen, bunun okulunu okuyan ve insanlara hem bu dünya hem de öldükten sonra gideceklerini söyledikleri dünya hakkında bilgi verme cesaretine sahip olan insanların “kesin bilgi” sahibi olmadan ‘görüş bildirmekten’ kaçınacağına da ayrıca inanmak istiyorum.
Benim takıldığım kısım, Diyanet bünyesinde çalışan insanların kendilerine sorulan soruların “ikinci bölümüne” nasıl yanıt verebiliyor oldukları ile alakalı… ‘İslam ve siyaset,’ ‘İslam ve felsefe,’ ‘İslam ve bilim,’ ‘İslam ve psikoloji,’ ‘İslam ve eğitim,’ ‘İslam ve evrim,’ ‘İslam ve mimari,’ ‘İslam ve medya,’ ‘İslam ve otoyollar,’ ‘İslam ve lunaparklar,’ ‘İslam ve yarınki maçın sonucu’ ve en nihayetinde ‘İslam ve müzik’ gibi konularda sorulan binlerce farklı sorudaki ‘İslam’ referansıyla ve Diyanet’in bu konuda sunduğu çözümlerle bir problemim yok benim. Benim derdim, Başkanlığın yetkili şahıslarının, soruların diğer tarafında bulunan, sırasıyla, ‘siyaset,’ ‘felsefe,’ ‘bilim,’ ‘psikoloji,’ ‘eğitim,’ ‘evrim,’ ‘mimari,’ ‘medya,’ ‘otoyollar,’ ‘lunaparklar,’ ‘yarınki maç’ ve ‘müzik’ ile ilgili konularda ne kadar bilgi sahibi oldukları!
[embedyt] http://www.youtube.com/watch?v=N3HbrfV0hJM[/embedyt]
Amacım Diyanet’in müzik bilgisini sınamak değil. Aslında, “sadece Diyanet’in” müzik bilgisini sınamak değil.
Herkese soruyorum: Müzik nedir?
Aristoteles haklı mıdır, mesela? Müzik bir duygu katalizörü müdür, örneğin? Bir müzik makamından diğerine duygularımız nasıl değişir? Neden bazı sesler canımızı acıtırken, diğerleri bize huzur verir? Müzik bizi hangi yollardan etkiler, bizim müziğe tepkimiz nereden doğar?
Klasiktir, bazıları müziğin konuşmadan bile önce geldiğini, insanlar-arası iletişimin ilk araçlarından biri olduğunu söyler. Harfler yokken notalar vardır onlara göre. Evrendeki tüm varlıkların birer sesi, birer müziği vardır. Dünya’nın dönüşü bile bir müziktir. Doğa sesleri, uyumlu bir ezgi yaratır vs… Bazıları ise müzik ile insan arasındaki ilişkinin, bu varsayımların çok ötesinde olduğunu kanıtlıyor!
Massachusetts Institute of Technology’de (MIT) yapılan çok yeni bir çalışma, müziğin (metodik, ezgi-temelli, bilerek yapılmış ve çalınmış müziğin) insan beyninde algılanması için kendine has bir sinir sistemi yolu izlediğini ispatlamış durumda.[10] Kısaca açıklamak gerekirse, beynimizin müziği algılaması sürecinde rol oynayan nöronlar, karşımızdaki insanın konuşmasını, bir köpeğin havlama sesini, çamaşır makinesinin tıngırtısını veya gök gürültüsünü duymamızı sağlayan nöronların izlediğinden farklı bir yol izliyor. Beynimiz ve sinir sistemimiz, müzik için, bu sesleri işlemekte kullandığından tümüyle farklı, bambaşka bir işlem yürütüyor: Müziği kendine özgü, temel bir kategori olarak ele alıyor.
Bu çalışmadan türetilebilecek yüzlerce, binlerce yeni çalışma olacaktır. Müziğin neden farklı bir kategori olarak ele alındığı, bunun nasıl yapıldığı, farklı müzik türleri için farklı nöral yolların olup olmadığı, eğer bu yolları belirleyebilirsek bunlara uygun yapay müzik ‘üretip üretemeyeceğimiz’ veya müzik nöronlarının izleklerinin nihai hedefinde hangi duyguların olduğu gibi sorular, hala yanıtını arıyor.
[embedyt] http://www.youtube.com/watch?v=UmvctOqe6UE[/embedyt]
İşte tam da burada, bu zihin açıcı çalışmanın karşısında, ‘müziğin cinsel arzuları tetiklediği’ varsayımına dayalı bir fetva verilmesi beni şaşırtıyor. Diyanet İşleri, neye, hangi bilgiye, hangi ilahi varsayıma dayanarak müzik ile duygular arasında bir bağ kurabiliyor? Bu bağlantıyı işaret eden bir ayet veya hadis mi var? Varsa, neden fetvasında bunları paylaşmıyor? Yoksa, bu bağlantı varsayımını hangi ilahiyatçıya, araştırmaya dayandırıyor? İslam’ın ortaya çıkışından bin yıl önce yaşayan Aristoteles’e mi? Dahası, eğer bu bağlantıyı sadece bir varsayım olarak kabul ediyorsa, nasıl olup da bir varsayımın sonucunu, sonsuz bir cezalandırma (haram-günah) olarak belirleyebiliyor?
Bana kalırsa, Diyanet daha da büyük bir hataya düşüp ‘müzik’ ile ‘şarkı sözleri’ni, hatta ‘müzik’ ile ‘klip’i birbirine karıştırıyor. Müzik hakkında ‘fetva’ verirken, henüz söz ettiği şeyin gerçekten ‘müzik’ ile ilgili olup olmadığı konusunda bile vatandaşları tatmin edemiyor. Müzik ile şarkı sözlerinin farklı birer nörolojik süreçten geçerek insan zihninde işlendiklerini dikkate al(a)mamasına rağmen, kendi kurumsal varlığının akılcı-yasal olmama ‘lüksüne’ dayanarak, resmi bir açıklama ya da tavsiye yapabiliyor.
Rihanna’nın 2016 albümü Anti, Barbados-Jamaika melodilerini, soft bir R&B soundu altında insanlara sunma hedefiyle piyasaya sürülmüşe benziyor. Albümden çıkan ilk single, “Work,” twerking adı verilen popo-sallama hareketinin envai çeşidini içeriyor, Rihanna ile Drake’in de dahil olduğu erotik dans sahneleri ile öne çıkıyor. Şarkının klibini bir kez izleyen biri, şarkıyı bundan böyle erotik çağrışımlarla hatırlamaya neredeyse mahkum ediliyor. Oysa, şarkının klipsiz hali, pek de ‘erotik’ sıfatını hak edecek gibi tınlamıyor…
Şimdi, Diyanet acaba bu şarkıyı nasıl ‘yasaklılar listesine’ alabiliyor? Şarkı kendi haliyle erotik değilken, klibiyle birlikte dinlendiğinde erotikleşiyora, Diyanet’in müzik fetvası yeniden mi şekilleniyor? Bir şarkı ile bile değişebilen, öznelleşen fetva, nasıl olup da cennet-cehennem tasviri yapabiliyor? “Niyet” bu işin neresine dahil oluyor?
İsmiyle bile erotizmin dibine vuran Puscifer grubunun “Rev. 22:20” isimli şarkısı aslında dini motiflerle ve sözlerle bezeli olsa da, bana Rihanna’nın kıç salladığı herhangi bir şarkıdan daha erotik geliyor! Aslında bir cinayetin anatomisini anlatan Nick Cave, “bu enfes yaratığa sordum / evet, sordum; evet, sordum / benimle biraz yürür mü dedim / bu hızlı geceye doğru…” derken nefesim kesiliyor. Massive Attack, ‘meleği’ ile baştan çıkarıyor. Leonard Baba’nın derinden gelen sesi groove ile birleşince yer yerinden oynuyor. Lamb’in “Sugar 5″ı insanın suratında hınzır bir gülümseme bırakıyor. Madonna’nın kendisini aforoz ettiren “Like A Prayer”ı birçok sevişmeye soundtrack olmaya devam ediyor. Rob Halford’ın eski erkek arkadaşına (evet evet, inanmazsınız ama bu dünyada bazen hemcinsler de birbirlerini sevebiliyorlar!) mı yoksa müptelası olduğu uyuşturuculara mı atfettiği muhabbeti hala yapılan “A Touch of Evil,” bir insanı en zayıf yerinden vuran ‘sahiplik’ güzellemeleriyle erotizmin bir heavy metal şarkısında bile vücuda gelebileceğine örnek teşkil ediyor. Nina Simone bu işi zaten biliyor; “bu yeni bir şafak / bu yeni bir gün / bu yeni bir hayat benim için / ve ben kendimi iyi hissediyorum” derken, her bir hücrenizi daha canlı, daha iyi hissettiriyor…
[embedyt] http://www.youtube.com/watch?v=ftXHKfbXeBM[/embedyt]
Son derece ironik bir biçimde Diyanet İşleri, henüz on beşinci yüzyılın başında ünlü İslam alimi İbn Haldun’un din bilginlerini uyarmak zorunda kaldığı metodolojik bir hatayı, kendisinden altı yüzyıl sonra bir kez daha tekrarlama hatasına düşmüşe benziyor.
İbn Haldun’a göre, din bilginleri “düşünce ve akıllarını incelemelerde bulunmaya ve derin anlamlara dalmaya alıştırmış, duygularla bilinen maddi şeylerle meşgul olmaktan uzaklaşmış ve bu bildiklerini bütün ve genel kalıplara sokmaya alışmış olan kişilerdir. [Oysa] politika ve memleket işlerinde politikacı daima hariç ve vakii ve buna bağlı durumları göz önünde bulundur[ur.] Çünkü politik işler ve haller belirsiz olup, bu halleri kendi benzerlerine katmaya engel olan durum ve sebeplerin bulunması, bunun ölçüsünün uygulanmak istenilen ölçüden aykırı olması mümkündür. Sosyal hayat ve bayındırlık işlerinden hiçbir nesneyi diğerleriyle ölçmek doğru değildir… [Buna karşılık] din bilginleri hükümleri genelleştirmeye, iş ve olayları birbiriyle ölçmeye ve karşılaştırmaya alışmış ve kendilerini bırakmış oldukları için politika işleriyle uğraştıkları zamanda politika işlerini de alıştıkları ve benimsedikleri bu kalıba sokup, bu yol ile istidlal ederek, birçok yanlışlıklara katlanacaklardır. Bundan ötürü idare ve politika işlerinde onlara güvenilmez.” [11]
[embedyt] http://www.youtube.com/watch?v=oHs98TEYecM[/embedyt]
Müzik üzerine söz söyleyen ya da bir karar vermeye çalışan insanların anlamaları gereken bir şey var: Müzik insana bağımlı bir değişken değil! Müzik insanlar olsa da olmasa da devam ediyor, edecek… İnsanın tüm evrenin anlamı ve merkezi olduğu düşüncesi ya da inancı, müzik hakkında karar vermeyi yine insanlara bırakma muhafazakarlığını gösterecek olsa bile, müzik muhafazakar düşünce çemberinin dışına taşmaya devam edecek. Duyguları serbest bırakmanın bir yolu olarak müzik, duyguların baskılandığı ve her türlü şiddeti ortaya çıkardığı ortamda, yine insanlığı kurtaracak. “Asla tatma elmayı / asla çıkma yoldan / asla bozma yeminini / yalan söyleme asla” diye vaaz verenlerin karşısına dikilecek, uygarlığın huzursuzluğunu mutluluğa dönüştürecek.
[embedyt] https://www.youtube.com/watch?v=UsFLVL6FM-E[/embedyt]
[1] Aristoteles, Politika, (çev.) M. Tunçay, İstanbul: Remzi, 2010, s. 240.
[2] A.g.e., s. 241.
[3] A.g.e., s. 241.
[4] A.g.e., s. 244.
[5] Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan aktaran: “Müzik, Cinsel Arzuları Tahrik Ediyorsa Günahtır,” Cumhuriyet, 15 Şubat 2016.
[6] T.C. Anayasası Madde 2: “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
[7] Diyanet İşleri Başkanlığı, adı üzerinde din ile ilgili bürokratik bir kurumdan fazlası değil. 22 Haziran 1965 yılında kabul edilmiş, 633 numaralı “Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun”da belirtildiği üzere, Başkanlığın görevi “İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek” (Madde 1) olarak belirlenmiş. Bu ‘toplumu aydınlatma’ işi, Başkanlık bünyesinde kurulan Din İşleri Yüksek Kurulu’na verilmiş. Bu kurulda “en az lisans düzeyinde dini yüksek öğrenim görmüş veya dini ilimlerde temayüz etmiş kişiler” ve “ilahiyat fakültesi öğretim üyeleri” bulunuyor (Madde 5). Din İşleri Yüksek Kurulu’nun “doğru müzik” konusunda ‘haram’ ve ‘günah’ kavramlarına atıfta bulunarak görüş beyan etmesi, aynı kanunun 5. Maddesi’nin devamında belirlenen ‘kurulun görevleri’ne dayandırılıyor. Orada belirtildiği gibi, “İslam dininin temel bilgi kaynaklarını ve metodolojisini, tarihî tecrübesini ve güncel talep ve ihtiyaçları dikkate alarak dinî konularda karar vermek, görüş bildirmek ve dinî soruları cevaplandırmak,” önce Kurula, sonra da Başkanlığa verilmiş kanuni/idari bir ayrıcalık olarak duruyor. Gelin görün ki ne bu kanunda ne de bir başka düzenleyici metinde Başkanlığın “fetva” yayımlaması ya da yayımladığı ‘görüşlerin’ yaptırımları hususunda bir ibare yer alıyor. Yine adı üzerinde, dini konularla ilgili gündelik bir konuya dair idari çapta bir karar verebilmek, bu konuda görüş bildirmek ve olası soruları yanıtlamak dışında, Başkanlığın kurumsal bir gücü yok. Üstelik, ne bu kanunda ne de bir başka düzenleyici metinde Başkanlığın “fetva” yayımlaması ya da yayımladığı ‘görüşlerin’ yaptırımları hususunda bir ibare yer alıyor.
Öyle sanıyorum ki, Madde 1’de geçen “inanç” kavramı, bu kavramın temsilcisi olduğunu iddia eden Başkanlığın sürekli olarak onu “bilim” ile karşı karşıya getirme nedenini de – bilinçdışında – açıklamış oluyor. Ne de olsa, Adorno ve Horkheimer’ın ta 1944’te yazdıkları gibi, modern zamanlarda “eğer inancın bilgiye karşıt olduğu ya da tersine bilgiyle bağdaştığı sürekli vurgulanmazsa; inanç, inanç olarak yok olur. İnancın daima bilginin kısıtlanmasına gereksinim duyması kendisinin de kısıtlı kalmasına neden olur. İnanç, inancın kendisini aşan hakikat ilkesi [Diyanet İşleri özelinde, Tanrı; Aydınlanma özelinde ise bilim] olmadan varlığını sürdüremez.” Thedor W. Adorno ve Max Horkheimer, Aydınlanmanın Diyalektiği: Felsefi Fragmanlar, İstanbul: Kabalcı, 1944/2010, s. 39.
[8] Diyanet İşleri Başkanlığı’na dair akademik bazı tartışmalar için bknz. Ufuk Ulutaş, “Religion and Secularism in Turkey: The Dilemma of the Directorate of Religious Affairs,” Middle Eastern Studies, 46(3), 2010, ss. 389-399; İştar Gözaydın, “A Religious Administration to Secure Secularism: The Presidency of Religious Affairs of the Republic of Turkey,” Marburg Journal of Religion, 11(1), 2006, ss. 1-8; İştar Gözaydın, “Religion, Politics, and the Politics of Religion in Turkey,” Religion, Politics, and Turkey’s EU Accession içinde, D. Jung ve C. Baudvere (der.), New York: Palgrave Macmillan, 2008, ss. 159-176; ve Ahmet E. Öztürk, “Turkey’s Diyanet Under AKP Rule: From Protector to Imposer of State Ideology?,” Southeast European and Black Sea Studies, 16(4), 2016, ss. 619-635.
Türkiye Cumhuriyeti’nin toplumsal sekülerleşme süreci içinde bir Diyanet İşleri kurumunun varlığına ihtiyaç duymuş olması, adeta Cumhuriyet kadrolarının Freudyen bir yorumla, dini bir anda ortadan kaldırmaya çalışmanın onu ‘şehit’ mertebesine yükselteceğinden ve o anki gücünü katlayacağından korkmuş olmalarına yorulabilir. “Dini zorla ve bir vuruşta ortadan kaldırmayı istemek hiç kuşkusuz anlamsız bir başlangıçtır,” der Freud. “İnanan insan ne [akılcı açıklamalar] ne de yasaklamalar yoluyla inancının ondan koparılmasına izin [verir]. Ve eğer bu kimilerinde başarılı olsa bile, acımasızlık olacaktır. On yıldır uyku ilacı almakta olan biri bu ilaç ondan alındığından doğal olarak uyuyamaz [hale gelecektir].” Sigmund Freud, Bir Yanılsamanın Geleceği, İstanbul: İdea, 1927/2000, s. 43.
[9] T.C. Anayasası Madde 136: “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.”
[10] Aktaran: Natalie Angier, “New Ways into the Brain’s ‘Music Room,'” The New York Times, 8 Şubat 2016.
[11] İbn Haldun, Mukaddime III, (çev.) Z. K. Ugan, 1372-1402/1991, İstanbul: MEB Yayınları, ss. 164-166.