l’appel du vide

Size de olur mu hiç?

Yüksek bir yerdesinizdir… Balkonda. Çatıda. Sıkıcı residans’ların açılmayan cam kenarlarında. Ufka bakan gözleriniz bir anda, tam da adımlarınız balkon kenarlıklarına, çatının bitim noktasına, camın bir santim arkasına yaklaşmaktayken, düşüverir ya aşağıya… Yer’i görürsünüz aniden. Yerdekileri. Sizden metrelerce uzakta “küçülmüş, ufacık olmuş insanların alemi”ni [1].

Birden…

Birden çağırıverir o gördüğünüz ‘boşluk’ sizi. Aşağıya yaklaştıkça tüm adrenalini hissedersiniz kalbinizden aşağıya – bir akarsuya dönüşmüştür artık ve sarmıştır tüm damarlarınızı. Sizi oradan geri iten tüm düşüncelerin ve kuvvetlerin tam tersidir o ‘boşluğun çağrısı.’ Ya da Fransızların bulduğu o muhteşem tamlama ile l’appel du vide [2]. Kaynağını bilmediğiniz minicik bir ses olmuş, beyninizde yankılanmaya başlamıştır artık. Aşağıya çağırır, çeker sizi. Yerin, toprağın sesidir o duyduğunuz. Sanki içinden çıktığınız o toprak geri istiyordur sizi. Yükseklik korkusunu alt etmek için beyniniz, aşağının o kadar da kötü olmadığını anlatmak istiyordur belki size. Korku bitmez ama aşağının çekiciliği kalır tüm bedeninizde. Yaklaştıkça boşluğa, elleriniz değmedikçe bir yerlere, siz sağlama almadıkça bedeninizi, aşağıya bekler sizi l’appel du vide. Karşı koyamadığınız bir sestir artık ve sizi bekler ‘ora’ya. En çok korktuğunuz, en çok arzu ettiğiniz olmuştur artık. Bir anda. Bırakmak istersiniz kendinizi; kısa da sürse uzun da sürse uçmak. Boşluğa bırakmak her şeyi. Korkudan uzaklaşmak.

Boşluk kurtulmaktır belki de.

Bu nedenle yüksektir sesi – ya da yüksek gelir kulağa.

Herkes kurtulmak ister ya bir şeylerden, birilerinden, geçmişten, gelecekten; l’appel du vide bu yüzden güçlüdür aslında.

Gezi’den beri Türkiye kendi uçurumunun kenarında duruyor. İçeriden ve dışarıdan, sınırlarından veya topraklarından, üstündekilerden veya altındakilerden sesleniliyor Türkiye’ye. Geçmişini, şimdisini ve geleceğini görüyor Türkiye – pek de alışık olmadığı bir sıklıkta. Zeminin ayaklar altında kayması gibi bir şey değil bu. Karşı koyamayacağı bir kuvvet değil kimsenin. Bilakis, kendisine çeken ve sizi de bir parçası yaptığı için güçlenen bir kuvvet. İçeride ve dışarıda olan bitenlerin hepsi yaratıyor bu kuvveti ve en çok da en-çok-korktukları yüzünden gücünü arttırıyor neredeyse durmadan, duraklamadan.

Türkiye belki de tarihinde ilk defa l’appel du vide ile yüzleşiyor bugünlerde.

Bir yandan geri çekilmek, diğer yandan uçuruma atlamak istiyor. Gezi’de boşluğun özgürlüğü iş başındaydı. Soma’da acının yarattığı öfori. Lice’de Lice’de – ironik bir biçimde, daha bir iki ay önce herkesin dilindeki reklamın [3] tam göbeğinde bulunan – bayrakların simgeleştirdiği geçmiş ve gelecek hissinin belirsizliği çağrı olmuş, bir sembolün etrafında döndürüyor ülkeyi. Zerkavi’nin IŞİD’i [4], karanlık politikaların kapkaranlık aktörlüğünü üstlenmiş, birkaç gün önce İstanbul’un orta yerinde, bugünse Irak’ın batısında cirit atarken, örgütün kötülüğü ile ideolojik tanıdıklığının zalim ikilemi boğuyor Türkiye’yi. ‘Ilım’ını kaybetmiş sapkınlıklar çevrelemiş ülkenin kalbini. Avrupa Birliği’nin yeni-faşistleri bir yanda, Ukrayna’nın Rus soğukluğu öteki yanda. Ölü bedenleri var ortada öldürülen çocukların. Bir gürültü var, burada, yukarıda. Aşağısı ise sessiz geliyor. Sükunetli. Artık bir alışkanlığa dönüşmüş ve bu nedenle gitgide silikleşen güç figürleri var, burada, yukarıda. Aşağısı ise yenilik vaat ediyor. Huzurlu. Tape’lerin günahı sarıyor boşluğu, TÜBİTAK’ın komedisi ile birleşip. Devlet yetkililerinin tekmeleri, dayakları, tehditleri sarmış her yanı. Ve tabi geri kalan herkesin bi-behre sessizliği.

L’appel du vide ile yüzleşiyor Türkiye. Kendini geriye çekmenin güvenliği ile ileri atmanın dayanılmaz cazibesi arasında sıkışıp kalmış bir halk ve o halkı ‘çift gören’ bir yönetimin ‘stratejik derinliği’ yanıt veriyorlar bu çağrıya. Çakışan. Birbirini engelleyen. Aşılamayan.

Bana sorsalar…

… cevap vermezdim – zaten – onlara. Gözlerimi kapattım. Boşluğu dinliyorum ben. O da sükunetle sesleniyor bana, adeta abdar olmuş…

“Devlet başkanı beni çağırmış; ama benim ona ayıracak zamanım yok.” [5]

 

[1] Nejat Yavaşoğulları, “Tepedeki Çimenlik,” Uçtu Uçtu, 1990.

[2] Kelimenin telaffuzu için, http://tr.forvo.com/word/l%27appel_du_vide/

[3] http://www.youtube.com/watch?v=N2ImUVFGQ0w

[4] IŞİD hakkında kaleme alınmış, benim rastgeldiğim tek Türkçe makale için, bknz. Recep T. Gürler ve Ömer B. Özdemir, “El-Kaide’den Post-Kaide’ye Dönüşüm: IŞİD,” Türkiye Orta Doğu Çalışmaları Dergisi, 1 (1), 2013, ss. 113-155; ayrıca IŞİD’in ‘teosratejik’ amacını anlamak için, bknz. Hilmi Demir, “IŞİD Kimdir ve Neden Sünni Değildir?” 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, 20 Haziran 2014.

[5] Thom Yorke, “Lucky,” OK Computer, 1997.

Comments Off on l’appel du vide

Filed under Güncel

Comments are closed.