Biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları 2016’yı ileride bu boyutu ile ne kadar anacağız bilemiyorum ama bu yıl metal müzik için klişe tabiriyle bir ‘devler geçidi’ gibi devam ediyor!… Megadeth, Dream Theater, Rotting Christ, Anthrax, Spiritual Beggars, Amon Amarth, Artillery, Metal Church, Novembre, Deftones, Crematory, Destruction, Gorguts, Flotsam and Jetsam, Katatonia, Death Angel, Illdisposed, Yngwie Malmsteen, Ayreon, Stuck Mojo, Fates Warning, Sodom, The Devin Townsend Project, Evergrey, Pain, In the Woods…, Neurosis, Opeth, Suicidal Tendencies, Meshuggah, Darkthrone, The Dillinger Escape Plan, Korn, Anaal Nathrakh, Testament, HammerFall, Sick of It All, In Flames gibi en az 20 yıldır aktif ve kendi janrlarında birer marka olan isimlerin birer birer albüm çıkartmaları yetmiyormuş gibi Hypno5e, Ihsahn, Fallujah, Gojira, Periphery, Revocation, Allegaeon, Insomnium, Alcest, Animals As Leaders gibi gelecekte büyük ihtimalle yukarıdaki bu isimlerle birlikte anılacak gruplar/projeler de 2016 yılında albüm yayınladılar. Üstelik daha bunlara eklenecek Overkill, Metallica, Witchery gibi gruplar da cabası…
Kısacası, 2016 hemen her açıdan psikolojime ve memleketime zarar verirken, beynimin müzik taşıyıcı nöronları [1] için son derece heyecan verici deneyimler sundu ve sunmaya devam ediyor. Bunların içinde büyük hayalkırıklıklarım olduğu gibi, hiç beklenmedik sevinçlerim ve bazen de “başyapıt” dediğim albümler bulunuyor, ki bunlardan biri de Dark Tranquillity’nin Atoma‘sı oldu.
[embedyt] http://www.youtube.com/watch?v=suhuQlYZwtE[/embedyt]
Yine yeniden itiraf edeyim: Dark Tranquillity’nin tüm albümlerinden, tüm şarkılarından, tüm melodilerinden, tüm sözlerinden haberdar olmama rağmen, onu aslında “tam olarak da sevemeyen” bir dinleyiciyim. The Mind’s I (1997) albümü ile tanıştığım Dark Tranquillity, bir başyapıt olan Projector (1999) ve bu başyapıta devam niteliğini taşıyan Haven (2000) dışında “bir-bütün-albüm-olarak” kesinlikle dinleyemediğim albümler çıkarttı. Bana her seferinde “beğenilecek şarkılar” sundu Dark Tranquillity ama zaman içinde kendisi ile bağımın kopmasına engel olamadı. Bir kez de canlı izleme şansına sahip olduğum grup, bir sevgiliden ziyade, arada sırada görüşüp keyifli muhabbet ettiğim bir arkadaş statüsünde kaldı.
Ne yalan söyleyeyim, Atoma‘yı dinlemeye başlamadan önceki beklentilerim bir hayli düşüktü. İçinde birkaç iyi şarkı bulacağıma, Mikael Stanne’in vokallerine tapacağıma ve bir grubun nasıl olup da aynı tür içinde kendini bu kadar geliştirebiliyor olduğuna şaşıracağıma emindim. Ama bu kadardı. Ne eksik ne fazla… Gelin görün ki, Atoma beklentilerimi aşmak bir kenara, artık Dark Tranquillity adına – hatta belki de Melodik Death Metal adına – beklemekten vazgeçtiğim her şeyi içinde toplayan bir albüm olarak karşıma çıktı.
Kendisine “progressive” (ilerlemeci) sıfatı veren grupların temel iddiası, belirli bir müzik türünde, o türün formüllerine sadık kalarak sürekli bir ilerleme, gelişim göstermekse, dünyanın en progressive gruplarından biri kesinlikle Dark Tranquillity olmalı! Bir grup, Melodik Death Metal gibi aslında çok kısıtlı ve biçimsel kalıpları çok belli bir türde nasıl olup da bu kadar gelişebilir, gerçekten aklım almıyor!… İsmi onunla birlikte anılan At the Gates, önce dağılıp on dokuz yıl sonra eski günlerdekine tıpatıp benzeyen kabız bir albümle (At War With Reality (2014)) geri dönüyor; In Flames, önce Metalcore’a sonra Pop-Metale kayıyor; Melodic Death Metal diyebileceğiniz grupların sayısı her geçen gün azalıyor, ama Dark Tranquillity hem bu sınırlı alanın dışına hiç çıkmamayı hem de bu sınırları genişletmeyi başarıyor. Bunu yalnızca keyboard desteği veya clean vokal gibi – aslında ilk akla gelen ve birçok grubun da sıkça kullandığı – eklemelerle değil, bizzat şarkı yazımı ve bestecilik kabiliyeti ile yapıyor. Önünde saygıyla eğilinesi bir başarı bu… Sahiden muazzam.
Aslında Dark Tranquillity, gerçekten de belirli formüllere sadık bir müzik yapıyor. Sert bir gitar riffi, melodik bir klavye partisyonu, canlı davullar, gitarmışçasına çalınan baslar ve growl ağırlıklı olsa da ne dediği çok rahat anlaşılabilen bir vokal. Kuşbakışı hepsi bu ama Atoma‘nın da gösterdiği gibi, aslında içerikte bundan çok daha fazlası var.
[embedyt] http://www.youtube.com/watch?v=C_voh9WFbsM[/embedyt]
Albümü açan “Encircled,” grubun Fiction (2007) dönemlerinde sıkça başvurduğu – ve bu albümde de bolca karşımıza çıkacak – Black Metal-vari bir girişe sahne oluyor. Stanne’in dolu dolu vokalleri, yüksek temponun düştüğü yerleri bile ‘çok sert’ hissetmemize yardımcı oluyor. İkinci sıradaki “Atoma,” bu sabah gözlerimi açtığımda aklımdan geçebilecek kadar ‘catchy’ melodisi ve Stanne’in trademark clean-growl geçişleri ile adeta su gibi akıyor. Bir Dark Tranquillity şarkısından ne bekliyorsanız, size adeta eksiksiz bir reçete gibi sunuluyor. Bu kadar dominant bir keyboard melodisinin nasıl olup da gitarların arkasında kalmayabildiği sorusu, söz konusu Dark Tranquillity olunca adeta kendinden yanıtlanmış oluyor. Keyboardların gerisindeki adam Martin Brändström, prodüksiyon konusunda bugüne kadarki en iyi işini Atoma‘da çıkartıyor.
Albümün klip şarkısı “Forward Momentum” ve dördüncü sıradaki “Neutrality,” yine imza Dark Tranquillity besteleri olarak karşımıza çıkıyor. Bu şarkılarda Anders Jivarp’ın davulları ve yine Black Metal-vari klavye melodileri başrolü oynuyor. In Flames’ten Björn Gelotte’yi gitar solosunda konuk eden “Force of Hand,” albümün en dengeli şarkılarından biri. Burada ciddi bir gitar işçiliği var ve bunu borçlu olduğumuz şahıs (Niklas Sundin), bu albümde uzun süreli partneri ve Dark Tranquillity bestecisi Martin Henriksson’un ayrılışını – en azından gitarlar anlamında – hiç hissettirmiyor. Gelotte’nin solosu ise kilometrelerce uzaktan bile seçilebilecek (naif ve sempatik, ama anti-teknik) “Gelotte solusu” olmaktan öteye geçemiyor.
‘We lost our way’lerine kurban olunası “Faithless By Default,” Mikael Stanne’in neden bu dünyanın en iyi vokalistlerinden biri olduğunu yine yeniden kanıtlıyor. Nakaratın altını süsleyen müthiş melodi The Gallery (1995) günlerine selam çakıyor ve 03:05-03:25 arasındaki kısacık gitar oyunu kendisini tekrar tekrar dinlettiriyor. Albümden ‘sızan’ ilk şarkı “The Pitiless,” “Faithless By Default”un sunduğu karanlık atmosferi aynen sürdürürken, üstüne bolca öfke ekliyor. Brändström’ün klavye partisyonları iyiden iyiye Dimmu Borgir klasmanına giriyor ve Sundin’in bu albümdeki en ‘duyulur’ gitar solosu ile taçlandırılıyor. Art arda gelen bu iki sert şarkının üstüne “Our Proof of Life,” Stanne’in clean vokallerini yeniden devreye sokuyor. 02:30 civarında, şarkı adeta bir marş havasına bürünüyor ve kendinizi Stanne’in şu dizilerine eşlik ederken buluyorsunuz: “I know, yet I fail to find purpose and form / I know, but the truth just makes it harder.”
Albümün en iyilerinden biri, albümün en iyilerinden bir başkası ile devam ediyor: “Clearing Skies.” Son derece dominant bir bas yürüyüşü, muhteşem melodiler ve inci gibi işlenen bir beste… Burada da döktüren bir Stanne var ama spotlar kesinlikle Sundin’in üzerinde. Öyle de kalmaya devam ediyor çünkü albümün belki de en sert şarkısı “When the World Screams” sıradaki yerini alıyor. Yine The Gallery dönemlerini andıran bir beste dinliyoruz. Son derece melodik gitarlar ve bestedeki dalgalanmaların insanı hiç rahatsız etmemesi üzerine kurulu bir işçilikten sonra, temponun ta’b’an yaptığı “Merciless Fate”e geçiyoruz. Ağır ağır başlayan şarkı, adeta iyi bir film izlettirirmişçesine kendisini inşa etmeye başlıyor. Buradaki melodi kullanımı gerçekten çok ilginç, zira grup ‘X melodisini bekliyorsun ama ben sana Y veriyorum’ dercesine, sürekli beklenti algılarıyla oynuyor. Melodic Death Metal denen zımbırtının ‘eşlik edilmesi kolay’ havasını dağıtmak ve işleri progressive hale getirmek, gerçekten Dark Tranquillity gibi melodilerle oynamayı bu kadar iyi bilen grupların yapabileceği bir şey ve bu durumun açık kanıtlarından biri ile karşı karşıyayız…
Teknik olarak “Caves and Embers” albüme enfes bir kapanış yapıyor. Atoma‘da deneyimlediğimiz ne varsa (dominant keyboard melodileri, teknik gitar işçiliği, güçlü vokaller, sağlam ritm bölümü) hepsi bu şarkı aracılığıyla albümü özetliyor. Üstelik albümün genel konseptinin olumsuz havası – ki içinde yaşadığımız dünyanın ‘gerçekliği’ ile ilgili bir sorgulama, albümü baştan sona çevrelemiş durumda -, burada neredeyse bir yarı-umuda evriliyor. 02:50-03:30 arasındaki deneysel bölüm, şarkının ve albümün atmosferine adeta ‘cuk’ oturuyor. Ancak albüm burada tamamlanmıyor. İki bonus şarkı, “The Absolute” ve “Time Out of Place” kesinlikle bu albümden ayrı değil, onunla birlikte anılmayı hak edecek şarkılar. Özellikle “The Absolute,” bana göre Projector‘daki muadili “Auctioned”dan beri Dark Tranquillity’nin yazdığı en duygusal, en atmosferik şarkılardan biri ve şimdiden bu yıl dinlediğim en iyi şarkılar arasındaki yerini almış durumda. Mutlaka ama mutlaka dinlenmeli…
[embedyt] http://www.youtube.com/watch?v=KRIPbTqsc40[/embedyt]
Özetle Atoma en azından benim hiç beklemediğim bir biçimde, 2016’yı müzikal açıdan unutulmaz kılan albümlerden biri olmuş durumda ve daha uzun yıllar bu albüme geri döneceğime eminim. Dinlemesi biraz zahmetli, belki Dark Tranquillity ile uzun yıllara dayalı bir tanışıklığı da gerektiriyor ama bu İsveçli yaşlı delikanlıların en iyi işlerinden biri ve kesinlikle bu sıralar o coğrafyadan çıkan en karakterleri yapıtlar arasında yer alıyor. Hiç kimsenin yapacağı/dinleyeceği müziğe karışmak hakkım değil ama kendine yeni yollar arayan ve ‘progres’i şiar edinen gruplar, bence özellikle Dark Tranquillity’nin kendi yolunu nasıl genişletebilme cesareti gösterdiğini dikkatle incelemeli; bu yolun en harika duraklarından biri olan Atoma‘yı da can kulağı ile dinlemeli. Çünkü Atoma gerçekten devasa 2016’nın en iyilerinden biri ve bence Dark Tranquillity diskografisinin Projector‘dan sonraki en iyisi…
[1] İlgili tartışma için, bknz. “Müzik, Nöronlar ve Fetva.”