jeff loomis – zero order phase (2008)

Dünyanın en iyi gitaristi kim? Dünyanın en iyi ritm gitaristi kim? Dünyanın en iyi solo gitaristi kim? Dünyanın en iyi gitarist-bestecisi kim? Dünyanın en iyi gitar solosu hangisi?…

Yıllardır dergilerden fanzinlere, internet forumlarından sözlüklerine, en ciddi müzik muhabbetlerinden bira sohbetlerine kadar geniş bir yelpazeye yayılmış ve üzerinde sağlam oranda geyik yapılmış bu soruların, kanımca, en iyi cevabı hiçbirinin bir cevabı olmaması. Burada zevkler ve renkler geyiğinden bahsetmiyorum. Yalnızca öznel beğenilerin göreceliği değil o meselede esas olan; aynı zamanda içinde bulunulan yer ve zamana göre de değişiklik gösteren toptan bir kuantum metaforu o konu… Burada bahsettiğim şey çok daha başka bir şey. Burada bahsettiğim şey, sorulan soruların hiçbirinin nesnel parametrelerce yanıtlanamayacak olması. Hız, teknik, müzikalite, akıcılık, nota bilgisi, yaratıcılık hem bireysel anlamda karşılaştırılamayacak hem de – paradoksal olarak – çok kolay karşılaştırılabilecek kavramlar. ‘X’in en az ‘Y’ kadar iyi olduğunu iddia etmekle, ‘X’ ile ‘Y’nin karşılaştırılamazlıklarından dem vurmak arasında bir fark yok aslında. İşte bu yüzden, bu yazı, yukarıda bahsi geçen sorulara yanıt vermek için değil, o soruların hepsinde birilerince ismi geçirilebilecek bir ismin, eski-Nevermore ve yeni-Conquering Dystopia gitaristi Jeff Loomis’in, yıllardır çıkarmak için uğraştığı ve sonunda muradına erdiği ilk solo albümü Zero Order Phase hakkında birkaç kelam etmek için yazıldı. Bir saygı, bir sevgi, bir hayran yazısı bu. Ötesi değil.

2003 yılının Temmuz ayının bir günü evdeki telefonumun çalması ve “Hi! This is Jeff Loomis from Nevermore. Am I talking with Turkey?” diyen bir adamın, titreyen sesim ve yarım saat boyunca hiç geçmeyen heyecanımın neden olduğu anlaşılmaz cümlelerimi anlama çabalarından çok daha önce de Jeff Loomis benim için bu gezegenin – her açıdan – en iyi gitaristiydi. Ne yalan söyleyeyim, o günden sonra her şey, benim öznelliğime bir ufak katkıda daha bulundu. Sadece o günden sonra çıkan iki (henüz Enemies of Reality çıkmamıştı) yeni Nevermore albümü ile değil, daha önceki tarihlerde çıkan Nevermore albümlerini de tekrar tekrar dinlemek (hatta hatmetmek) ile de doruğa çıkan Jeff Loomis sevgim ve saygım, her geçen gün daha fazla artıyor. Bu minvalde daha en başta söyleyebilirim ki, Nevermore’un eski prodüktörü (Nevermore, In Memory ve Dreaming Neon Black albümleri) Neil Kernon’ın stüdyosunda ve yine Nevermore’un ilk davulcusu Mark Arrington ile birlikte kaydedilen Zero Order Phase, hem bu saygı ve sevgimi arttırmama hem de Loomis adına sevinmeme neden olan iyi bir enstrümantal albüm. Elbette ki gitarların yanı sıra, basın da Jeff Loomis tarafından çalınmış olması değişik bir referans. Sound ve ekstra müzisyenlik hakkında edilebilecek hiçbir şikayet yok. Her şey olması gerektiği gibi, her şey cidden çok kaliteli. Albümün geneli hakkında daha geniş bir yorum içinse, öncelikle şarkıları tek tek ele almak şart.

İlk şarkı “Shouting Fire At A Funeral,” kocaman down-tuned gitar riffleri ile kulaklarımıza hücum etmeye başladığında, sanki bir Nevermore şarkısı dinliyormuş hissine kapılıyoruz. Bu Nevermore benzerliğinin, albümün geneli göz önüne ele alındığında, en çok bu şarkıda mevcut olduğunu söylemeliyiz aslında. 00:31’de giren solo bile sanki Warrel Dane’in sesine göre ayarlanmış vokal melodileri gibi ki, 01:02’de giren arpejli kısım ile klasik Nevermore tadında mid-tempo bir nakarat dinliyormuş hissine hakim olamamız da bu yüzden olabilir belki! Süresi ile beş dakikaya yakın olsa da, Loomis’ten beklenen shredding-gitar’da çığır açacağı yeniliklerden çok, klasik (ama bol tekrarlı, ana soloda ise adeta bir “This Godless Endeavor” kopyası) bir Loomis gösterisi. Jeff Loomis’i tanıyıp albümü alanlar için sürprizsiz ama sağlam bir giriş şarkısı. Bir sonraki şarkı “Opulent Maelstrom,” ilk şarkıdan farklı bir yoldan gideceğini bir kez daha henüz ilk saniyede göstermeyi başaran enfes bir riff ile açılıyor. 7-telli gitarın varlığı sahiden hissediliyor. Bu şarkı ile birlikte anlıyoruz ki, geleneksel (Vai, Satriani, Malmsteen, hatta Cacophony – Jason Becker ve Marty Friedman) gitar virtüozu albümlerinin aksine, Zero Order Phase’de Jeff Loomis sahiden ekstrem ve ‘metalik’ bir enstrümantal albüm yapma kararı vermiş ve bunda da başarılı bir iş çıkartmış. Yalnızca gitar leadleri ile değil, örneğin 02:10’da giren inanılmaz komplekslikteki gitar riffleri ile de, gerçek bir metal müzik virtüozu albümü ve şarkısı bu. Ne demek istediğimi daha iyi tecrübe etmek için 03:07-03:16 arasındaki bol taramalı, bol grind tatatatalı ve bol teknik gitarları dinlemenizi öneririm. Albümün en iyilerinden biri. Albümün bir başka yıldızı “Jano Unit,” sahiden de Jeff Loomis tarafından bugüne dek yapılmış en iyi bestelerden biri. Korkunç yaratıcılıkta ve sertlikteki bir gitar melodisi üzerinde gidip gelmeler, enfes sweep-pickingler ve altlara döşenmiş müthiş diminished-leadler tam anlamıyla nefes kesici. Dakikalar 02:40’ı gösterdiğinde Loomis’in bir elin parmaklarının ne kadar açılabileceğini gözler önüne serdiği ve tam anlamıyla şov yaptığı pasaj gerçek bir efsane. Aslında benzer bir picking’i This Godless Endeavor albümünün isim şarkısının efsanevi bölümünde de çalmıştı Loomis ama, bu kez daha az sus-lu ve akışkan bir picking ile arz-ı endam ediyor ve bunda da inanılmaz başarılı oluyor. Bu dehşet güzellikteki kısımdan sonra albümün misafirlerinden – bir başka dahi metal gitaristi – Ron Jarzombek patentli solo da şarkıya ayrı bir güzellik katıyor. Kendisine gitarist diyen herkesin, bu sıfatı vermeden önce en azından bir kez göz atması gereken nadide bir eser.

Sıradaki “Azure Haze” ile ilk defa tempoyu düşürüyor Jeff. 00:40’taki mükemmel akustik lead, 00:55 civarlarındaki arpeje enfes bağlanıyor. Bu albümdeki bas partisyonları da gerçek bir bas gitaristin elinden çıkmış kadar iyiler. 00:35’ten itibaren distortionlar açılıyor ama arkadaki riff akustik gitarlarla devam ettiriliyor ki, bu da bana Testament’in Live At the Filmore albümünde yaptığı “Return to Serenity” [1] denemesini hatırlattı. O süper denemeden bile daha iyi olduğunu eklemek ise boynumun borcu açıkçası. Bu şarkıda, Jeff Loomis’in yalnızca teknik ile groove’u değil, aynı zamanda teknik ile ruhu da birleştirebildiğini ve gitar çalışının her tür müziğe kolaylıkla adapte olup içinde geçtiği eserin kalitesini bir basamak üste çekebileceğini de görmüş oluyoruz. Şarkı ile ilgili tek problemim süresinin biraz fazla uzun olması ve bu uzun sürenin de yeni şeylerle değil, tekrarlarla doldurması. Bir başka misafirli şarkı ise beşinci sıradaki “Cashmere Shiv.” Şarkıyı açan keyboard destekli riffler, 01:00’da prodüktör Neil Kernon’ca çalınan perdesiz gitarlı doğaçlama solo ve ardından gelen sağlam gitar riffleri son derece şık bir evrimden geçiyorlar. Şarkının 01:46-02:09 arası, kanımca şu ana kadar albümde atılmış en iyi solo (ki böyle bir albüm için söylüyorum bunu!). Hemen ardından sergilenen enfes gitar-davul uyumu içinse söyleyebileceğim fazla bir şey yok açıkçası. Keşke Nevermore’dan da bu yaratıcılıkta davul partisyonları duyabilsek. Bu şarkıdaki basları da muhteşem basçı Michael Manring’in çaldığını belirtmeli ve şarkının süresinin albümdeki en uzun süreyi kaplıyor olmasının bile rahatsız edici olmadığını eklemeliyim. Tek kelimeyle harikulade bir şarkı. Sıradaki “Race Againt Disaster” ile tempomuz bir kez daha yükselebildiği kadar yükseliyor. Bundan daha da doğal bir şey olamaz zaten eski Nevermore (The Politics of Ecstacy) ve on küsür yıllık Cannibal Corpse gitaristi Pat O’Brien [2] da bu şarkıda Loomis’e solosu ile eşlik ediyor. Hem giriş riffi hem de ardından ardı ardınca sıralanan riffler tipik bir Nevermore şarkısını andırsa da (özellikle de The Politics of Ecstacy dönemini), şarkıda genel bir tempo sorunu olduğunu düşünüyorum. Çok hızlı ile hızlı arasında kalmak ne çeşit bir problemdir tam olarak dile getiremesem de, tuhaf bir şekilde bu sorunun 02:46’daki sus ile birlikte çözüldüğünü ve şarkının o tuhaf rahatsız edicilikten kurtulduğunu söyleyebilirim. 03:45 civarında duyulan süper bas üstü-clean gitarlar bence Loomis’in kariyerindeki en yaratıcı anlardan biri. Keşke biraz daha üzerine düşülüp, daha da geliştirilebilen bir beste halini alabilseymiş… Son olarak 04:30’daki Tom Morello-vari gitarlara bayıldığımı ekleyip, diğer şarkıya geçeyim. Yedinci sırada karşımıza çıkan “Sacristy,” bir metal müzik gitaristinden duymaya alışık olduğumuz tarzda solo bir çalışma olarak başlıyor. Sanki Marty Friedman veya Jason Becker tarafından bestelenmiş bir arpej-klavye-solo üçlüsü dinliyoruz Jeff Loomis’ten. 01:58’de yıldırım gibi çakan enfes distortion bölümü de açıkçası çok çok kaliteli. Cacophony’nin en sevdiğim şarkılarından – Japonya etkili – “Images”ı andıran bu enfes akustik-distortion geçişinin adından, hammerlarını kullanan Loomis’ten bol efektli harika bir solo daha dinliyoruz. Bu solonun arkasına yerleştirilen davul atakları da çok çok başarılılar. Kısa süresi ve az tekrarlı, yaratıcılığını ön plana çıkaran tarafı ile “Sacristy,” sanki bu albümde illa da olması gereken bir boşluğu doldurmuş gibi. Ve yalnızca bu anlamda bile takdir edilesi. Sıradaki “Devil Theory,” bir kez daha, diminished 7-telli gitardan çıkmış sağlam bir riffi ile selamlıyor bizleri. 00:35’te giren gitar leadleri ile aslında ilk şarkı “Shouting Fire At A Funeral”ı andıran bu şarkı, ondan daha uzun ve kesinlikle daha az tekrarlı. Loomis’in 01:11-01:35 arasında yaptığı numaralara ne isim veriliyor bilmiyorum (bildiğim hiçbir gitar terimini andırmıyor diyeyim en azından) ama her ne ise, kullanımı sadece Loomis kadar iyi olanlara bırakılması şartıyla (kim?) yasal hale getirilmeli bence!! Peki ya 01:45-01-57 arasıdaki Guns’N Roses-vari solo bölümüne ne demeli? Aslında “Devil Theory,” baştan sona inanılamayacak gitar soloları ve leadler ile dolu bir şarkı. Tempo yükseliyor, tempo düşüyor, Loomis hiç değişmeden, kaliteyi hiç düşürmeden yardırıyor. Hayatımda bu kadar kompleks ve aynı zamanda da melodik leadler duymadığımı rahatlıkla belirtebilirim. Boş boş teller arasında gezinip hız rekorları kıranların aksine, Loomis’in yaptığı gerçekten de insanı kendinden geçiren sololar bulmak ve bunların hepsine ruh eklemek! 03:30’daki soloyu dinlemeniz, söylemek istediğimi daha iyi anlamanıza yardımcı olabilir belki. Veya dördüncü dakikanın hemen başlangıcına eklenmiş, Malmsteen-tipi leadler de yardımcı olabilir. Ama bence yapılacak en iyi iş, bu şarkıyı baştan sona etüd etmek. Gitar çalmak ya da çalmamak değil, müzik dinlemek istiyorsanız, bence bu şarkıya muhakkak bir göz atın! “Devil Theory”nin bir güzelliği de, o olağanüstü besteden sonra, kendisinden daha olağanüstü bir şarkıya öncülük etmesi! “Miles of Machines,” sahiden de enstrümantal gitar müziği tarihinin kilometre taşlarından biri olacak kadar normal-dışı bir şarkı. İleride, en iyilere örnek olarak referans verilmesi gereken, belli bir çıtayı aşmanın ön koşulu olarak görülebilecek bir müzik eseri. Down-tuned riffler, akustik gitarlar, bırakın yazılmasını çalınması bile imkansız sololar-leadler, imkansız sweep-pickingler ve duyulmamış armonik oynamalar ile bu şarkı bir şaheser. Şimşek parmaklardan çıkan anormal melodik akustik gitar nameleri, yerlerini on ikinci saniyede aynı parmaklardan çıkan elektro leadlere bırakıyorlar. Ve 00:25 itibariyle giren solo ve bilhassa da o solonun 00:38’deki ton kaydırmacası, bana bugüne kadar sadece Pink Floyd’un “Comfortably Numb”ının Pulse versiyonundaki solonun verebildiği hazzı veriyorlar. Loomis tek kelimeyle döktürüyor ve bunu beş dakika kırk beş saniye boyunca hiç ara vermeksizin yapıyor. Buna 02:25 itibariyle yavaşlayan, tekrarlı bir devinim içine giren melodi ve onun hemen ardından insanın beynine hücum eden gitar riffleri de dahil elbette. Hele o 03:20-03:36 arasındaki enfes ton değiştirmeli pickingler yok mu? Adamı yiyorlar! Çiğ çiğ yiyor, eziyor ve bitiriyorlar! Sadece gitaristler için değil, gitarist adayları için değil, metal müzik severler için değil; tüm müzik severler için, olmazsa olmaz, dinlenmezse olmaz bir başyapıt bu! Albümün en iyisi ve gitar müziği tarihinin en iyilerinden biri!!!

Albümü kapatan “Departure” ise bir nevi iki şarkılık bir ses bombardımanının ardından verilen kısa bir ara. Akustik gitarlar, yerinde klavye dokunuşları ve efektler. Şarkı, solo veya leadlere gerek duymadan, sessiz ve sakin ilerleyip dur durak bilmeden dinlediğimiz öncüllerinin üzerine battaniye seriyor. Gitarın dominantlığını kaybettiği ama müziğin baki kaldığı, son derece başarılı ve etkileyici bir beste.

Albümün şarkı şarkı incelemesi bu şekilde… Genel anlamda Zero Order Phase hakkında söyleyebileceklerim ise yorumlardan anlaşılacağı üzere son derece olumlu. Bana göre, bu albüm içerdiği en az üç şaheser ve bir başyapıt ile şimdiden enstrümantal metal/rock albümleri içerisinde başyapıt kabul edilenlerinin (Satriani – The Extremist; Vai – Passion & Warfare; Becker – Perpetual Burn gibi) bile başaramadığı bir şeyi başarıp hepsinin arasından sıyrılıyor. Her şeyi ama her şeyi ile dört dörtlük bir enstrümantal albüm beklemek ne kadar mantıklı bilemiyorum ama bu albüm, en azından benim dinlediklerim arasında, bu başarıya en yakın olanı. Tüm bestelerin orijinal besteler olması ve bunca yıldır Nevermore dinleyen beni bile daha önce hiç yakalamadığım teknik ve yaratıcılıklar ile tanıştırması, Jeff Loomis’e olan sevgimi ve saygımı binlerce kat daha arttırıyor. Kendi adıma, Zero Order Phase’den daha iyi bir enstrümantal metal müzik albümü dinlemediğimi rahatlıkla belirtebilirim.

Öte yandan, bu albümün herkese, her zevke, hitap etmeyeceğini de söylemek zorundayım. Jazz, blues, etnik, rock, hatta bazı metal müzik seven dinleyiciler için bile, bu şaheser albümün dinlemesi ve hazmedilmesi zor bir ürün olduğu çok açık. Ekstrem müzik her ne kadar tüm müzik dünyasında, en yaratıcı ürünleri sunan türlerden biri olsa da en açık fikirli dinleyicilerin çoğu tarafından – dahi – reddedilen bir janr. Ve Zero Order Phase de bu türe kafadan giriş yapabilecek kadar death metal/thrash metal/grindcore riffleri içeren bir ürün. Korkarım, James Murphy albümleri Convergence ve Feeding the Machine nasıl aynı sebepten gözardı edilmişlerse, bu albümün de kaderi aynı olabilir. Öte yandan, geleneksel metal dinleyicileri için de içerdiği down-tuned/diminished riffler nedeniyle kendisinden uzaklaştırabilecek bir müzik var bu albümde. Altı telli klasik elektro gitarın dışındaki her ürüne Korn gözü ile bakan sözünü ettiğim bu grup, Loomis’in teknik-groovy rifflerini ve o kalın gitar tonunu göz ardı etmeye programlanmış olabilir. Üçüncü bir olası negatif nokta ise – dinleyici ile ilgili olmayan tek nokta da bu oluyor aslında – Jeff Loomis’in trademark’ı sayılabilecek ‘tarz’ı ile ilgili. Loomis’in Nevermore için yaptıkları dahil tüm besteleri, sert, teknik ve melodik, kromatik ve armonik minör gitar riffleri, teknik ve melodik leadler ve çoğunlukla kısa bir tempo değişiminin ardından gelen bol pickingli sololardan oluşuyor. Her ne kadar Zero Order Phase bu formülün dışına çıkan şarkılar ve bölümlere yer veriyor olsa da, genel anlamda bahsi geçen formülün daha progresif bir biçimde sağa sola çekilmiş hallerinden oluşan besteler içeriyor. Eğer bu formülden sıkılmak ya da kendisinden hiç hoşlanmamak gibi bir durum söz konusu olursa, bu albümü belirli aralıklarla (ya da şarkı şarkı) dinlemenin daha anlamlı olabileceğini eklemeliyim.

Son olarak söylenmesi gereken şu ki, eğer gerçekten yaratıcı, gerçekten etkileyici, gerçekten melodik, gerçekten teknik ve gerçekten sert bir enstrümantal gitar albümü dinlemek istiyorsanız, bulabileceğiniz en iyi albüm budur!

 

[1] “Return to Serenity,” Testament, 1995, http://www.youtube.com/watch?v=c1tMSTWfNaA

[2] Pat O’Brien’ın ne çeşit bir ‘insanoğlu’ olduğunu anlamak için, kısa ve yeterince ünlü şu videoya bakmak yeterli sanırım: “Frantic Disembowelment,” Cannibal Corpse, 2004, http://www.youtube.com/watch?v=t4zTvdN_38Y