leprous – pitfalls (2019)

Einar Solberg, “artık kısa cümleler kuruyor”…

Ya da Einar’a “kelimeler yetmiyor”…

2010’ların en heyecan verici müzikal oluşumlarından Leprous, The Congregation (2015) ile birlikte saptığı “pop-laşan progresif rock” yoluna Malina (2017) ile zig-zaglar çizerek devam etmişti. Bestelerinden enstrüman kullanımına, aksak ritmlerin rafa kaldırılmasından daha kolay erişilebilir melodi seçimine kadar, kendi yağında kavrulmayıp o yağı değiştirmeyi/arındırmayı seçen Leprous, aslında grup müziğinden çıkıp tek kişilik bir müzisyen projesine dönüşümünü tamamlıyordu belki de.

Ve bir 2019 Güz ürünü olan Pitfalls ile tırtıl kozasından çıktı.

Artık karşımızda müziğiyle, besteciliğiyle, headliner’lıklarıyla ve imajıyla dört başı mamur bir pop grubu, daha doğrusu bir pop-star olarak Einar Solberg duruyor.

Ve bu pop-star, bu sıralar acı çekiyor.

Depresyona giriyor.

Depresyondan çıkıyor.

Sonra yeniden depresyona giriyor…

Ve bu döngüsünün tamamını, Depeche Mode’a selam değil şimşek çakacak kadar benzeyen kalıplar içinde kalan, synth ağırlıklı beste yapıları ile bezeli bir albümde bize dinletiyor. Duyulduğu anda akılda kalan bazı nefis nakaratlar, nakaratların ve bridge’lerin altına döşenmiş a-a-aa-aa nağmeleri ve artık kulak tırmalamayı bırakın “bu şarkıda var mı ya?” dedirtebilecek kadar geriye çekilmiş gitarlar ile duyuyoruz yeni Leprous şarkılarını.

Tabi bir de Einar’ın meleksi sesiyle…

Albümü açan “Below,” tıpkı önceki Leprous albümlerini açan şarkılarda olduğu gibi, “ya bu herifler ne nefis müzik yapıyor ya?” diye sordurtacak kadar iyi bir şarkı. Einar’ın “Every single fear I’m hiding / Every single childhood memory / I bury… And I will lie / Keep it all together” sözleri şarkıyı dinlediğiniz andan itibaren aklınıza takılıyor. Şarkının ikinci bölümü, bir Leprous ürününde ilk defa bu kadar baskın rol oynayan yaylılara ayrılırken, dakikalar 05:14’ü gösterdiğinde Einar’ın “keep it all together” cümlesinde yaptığı ara nağme ile – en azından benim adıma – Pitfalls’un şifresini kıran benzerlik göze çarpıyor:

Bu albüm, şarkılarıyla, türüyle veya beste yapılarıyla olmasa da, albümün tümünü sırtlayıp götüren vokal melodileriyle adeta bir Şebnem Ferah ürünü gibi tınlıyor.

İnsanların neden sevdiklerini anlayamadığım ve resmen Dave Gahan tarafından bestelenmiş gibi duran bir synth-pop şarkısından çok da farkı olmayan “I Lose Hope” ile de bu Şebnem Ferah benzerliği devam ediyor. Einar’ın kesik kesik söylediği nakarat yine insanın aklının bir köşesine takılıyor ama şarkı inanılmaz düz bir zemin üzerinde adeta sabit bir şekilde ilerleyerek sona eriyor. “Observe the Train,” arkadaki müzik kutusu sesi üzerinde yürüyen, “Breath in / Breath out” sözleri ile dikkat çeken ve – ne yazık ki bu iddiasının çok altında kalsa da – Radiohead’in olağanüstü şarkısı “No Surprises”a öykündüğü çok belli olan bir besteye ev sahipliği yapıyor. “By My Throne,” grupta bir de davulcu olduğunu hatırlatması dışında, albümdeki tempoyu hafiften yükseltme denemelerinin ilki olarak karşımıza çıkıyor. Bir zamanların über-manyak-teknik davulcusu Baard Kolstad, arkada bir takım zil oyunları yapıyor yapmasına ama hem prodüksiyonda geride kalması hem de alelade bir stüdyo davulcusu rolünden fazlasına soyunmaması (ya da soyundurulmaması) nedeniyle, yerine geldiği Tobias Ørnes Andersen’i bu albümde de aratıyor. Şarkının sonundaki aksak ritm, bir zamanlar Leprous’ın alametifarikası olan bu özelliğin artık çok gerilerde kaldığını gösteriyor.

“Alleviate” ile Şebnem Ferah benzerliği arşa değiyor. Einar, “All I could do in the end” derken, Kelimeler Yetse’de (2003) acı çeken Şebnem Ferah’ın yaptığı seçimlerle yüzleşme süreçlerini anımsatıyor. Hele bir de şarkının 02:30 bölümü var ki, şarkıyı Ferah söylese, kendisine bu kadar benzeyemezdi gibi geliyor… “At the Bottom,” bu kez sadece vokalleriyle değil, Ferah’ın en iyi albümü olduğuna inandığım Artık Kısa Cümleler Kuruyorum’un (1999) isim şarkısının arpejleriyle de copy-paste bir benzerlik üzerine kuruluyor. “At the bottom / Right at the bottom” sözleri ile nakarat girdiğinde, şarkı gerçekten bir MTV popuna dönüşüyor.

Grup ve InsideOut anlaşılan o ki sıradaki “Distant Bells”e çok güveniyor ama şarkı, albümde en az keyif aldığım anları içermesi dışında bana hiçbir şey ifade etmiyor. Dört küsur dakika boyunca aynı melodiyi tekrarlayan Einar, önce bazı yaylılardan, sonra da keyboard dokunuşlarına benzer gitar arpejlerinden yardım alıyor. Sanki yükselmeye çalışan bu beste, hep bu ısrarın altında kalıyor. Büyük bir hedefi olan ama ona ulaşmak için gerekli yeteneğe sahip olmayan hüzün verici bir öğrenci gibi, Einar da daha önce denenmiş ama kendisinde biraz sakil duran taktiklere başvuruyor. 05:50’de giren ve şarkıyı sona erdiren bölümde “Ben sigara dumanının altında” dese şaşırmayacağım Einar, “o-ooo-oooo-o-ooo-o-ooo” kısmıyla da bir Iron Maiden konserindeymiş gibi takılıyor. Albümün belki de en ‘sert’ şarkısı olan “Foreigner”ın trip-hop, synth-pop ve prog-rock karışımı formülü, tuhaf bir biçimde Leprous’ı listelerde yükseltebilecek bazı anları da içinde barındırıyor. Şarkının “cheezy” kelimesiyle bile ifade edilemeyecek sözlerini (“It’s a fight to stay alive / It’s a fight against myself”) görmezden gelirseniz, sondaki çığlıkların gazıyla belki bu depresif albümden alınabilecek en ciddi motivasyonu da sağlayabilirsiniz ama o kadar… Zira albümün normal edisyonunu kapatan ve muhtemelen sadece süresinden ötürü insanlara epik izlenimi veren şarkısı “The Sky Is Red,” deneyimli Leprous dinleyicilerine ne yeni bir şey sunuyor ne de geleceğe dair iyi bir umut oluyor. Riff-vari kullanılan, uğursuz tınlamaya sahip keyboard melodileri ve Kolstad’ın nihayet ortalama üstü bir davul performansı gösterdiği noktalar şarkıya, Ihsahn’ın elinden çıkabilecek bir beste izlenimi katsa da 06:30’dan sonraki kısım ile elimizde kalan şey, adeta ne yaptığını bilmeyen bir grubun elinden çıkmış gibi amatör bir yapıya bürünüyor.

Pitfalls ilk altı şarkısıyla Einar Solberg’in depresyon macerasının dibine odaklanırken, son beş şarkısıyla onun dipten yükselme çabalarını anlatan iki ayrı bölüme ev sahipliği yapmış oluyor. Şebnem Ferah başta olmak üzere hemen her şarkısıyla başka bir grubu/müzisyeni (Depeche Mode, Massive Attack, Radiohead, geç dönem-Pain of Salvation, atmosferik-Tool, az buçuk da Muse) anımsatan, içinde çok iyi birkaç şarkı barındırmakla birlikte, ya Einar’ın depresyon ile mücadelesinden ya da hayatının bu noktasında ne istediğini bilememesinden kaynaklanan bir ‘olmamışlık,’ ‘eksik kalmışlık’ hissi ile dolu bir albüm sunuyor.

Pitfalls’u çıktığı günden beri dinliyorum ve aslında şimdiden Malina’dan daha fazla “döndürdüğümü” söyleyebilirim ama bir Leprous/Solberg albümünün Malina’dan daha iyi olması, onun gerçek değeri hakkında ne kadar fikir verebilir, işte ondan çok emin değilim…

Acaba Leprous Einar Solberg-solo-project’ten çıkıp yeniden Leprous mı olsa?