nevermore – this godless endeavor (2005)

Prodüksiyon dezavantajı yüzünden yeni kazanılmış fanların büyük bölümünü hayal kırıklığına uğratan Enemies of Reality’den sonra Nevermore, bir kez daha geniş kapsamlı bir dünya turnesine çıktı ve daha önemlisi, olaylı şekilde ayrılması beklenilen plak şirketi Century Media ile (Enemies of Reality’nin Andy Sneap tarafından yeniden mixlenmesi ön koşuluyla) yeni bir sözleşme imzaladı. 2004 yılında, yeni albümün bir yıl sonra geleceği müjdesini veren grup, çok daha geniş bir bütçeden yararlanıp, Andy Sneap’in İngiltere’deki stüdyosunun yolunu tuttu. Yaklaşık altı ay süren kayıt evresinden sonra ise Dead Heart In A Dead World’deki ruh yeniden kazanılmış, bir başka başyapıt olan This Godless Endeavor ortaya çıkmıştı! Grup, son dokuz yıldaki dördüncü şaheserini ortaya koyarken, bir de kadro değişikliği, daha doğrusu eklentisi, yaşadı. Eski Testament gitaristi Steve Smyth, artık kadrolu Nevermore gitaristiydi ve yeni albümdeki üç şarkıya da beste anlamında yardımcı olacaktı. Ne yazık ki, bu birliktelik de fazla uzun sürmedi. Smyth’in gitar çalmasını etkileyecek derecede böbreklerinden rahatsızlanması ve müziği bırakması nedeniyle (ancak gelin görün ki Smyth bugün müzik yaşantısına hala aktif biçimde devam ediyor), ‘o gizemli beşinci eleman açığı,’ bir kez daha kendisini gösterdi. Sözün kısası ise şu: This Godless Endeavor bugün dahi, kendisinden daha iyi bir metal albümü tarafından alt edilebilmiş durumda değil!

“Born” ile doğar albüm. Basit bir trampet sesi ve death/grind bir açılış. Üzerine, Nevermore tarihinde ilk defa brutal’e en çok yaklaşan vokaller ve 00:49’da giren olağanüstü gitar riffi gelir. Klasik(-leşmiş) Nevermore, kristal bir sound ile karşımızda. Sanki Enemies of Reality’deki teknik/groovy besteler, Dead Heart In A Dead World’ün ruhu ile birleşmiş ve ortaya, belki de bir önceki albümde olması gereken, Nevermore’un gerçekten hedeflediği müzik çıkmış. Sözler bir kez daha çok başarılı. Warrel Dane’in hedefinde bir kez daha din var. Daha doğrusu, ’insan tarafından algılanışı ile organize din’ var. “Din, insanlığın yüzünü değiştirdi, ‘öldürmeyin’, hepimiz öldük; cehaletin tohumu doğdu, ‘düşünmeyin’, ‘uyum sağlayın’.” Oysa “hepimiz aynı doğduk, sessizlikte, isimlerin fark yaratmadığı yerde; yürürken ayrıldık birbirimizden, sessiz gölgelerde uyuduk; ihtişamlı olan silinir, ne anlama geldiği hiç bilinmez.” 02:58-03:48 arasındaki solo, hem Jeff Loomis’in kaldığı yerden devam ettiğini, hem de Steve Smyth’in, solo konusunda da ne kadar başarılı olduğunu kanıtlıyor. Başlangıç için daha iyisi olamazdı! Bir sonraki şarkı “Final Product” ilginçti, çünkü hem albümün ilk single’ı olarak seçiliyor hem de Dead Heart In A Dead World’den kalma gibi duruyordu. Özellikle de “We Disintegrate”i andıran şarkı yapısı (intro’ya ihtiyaç duymayan bir riff ve akılda kalıcı nakaratı) ile bir kez daha kulakları fethediyordu. Son derece başarılı bir düzenleme ile tam bir heavy/thrash metal şarkısı. 02:07’de şarkıyı yararcasına giren gitar solosu tek kelimeyle muhteşem ama asıl numara 02:33’teki sweep-picking ile ortaya çıkıyor, Jeff Loomis tam anlamıyla ortalığı dağıtıyordu. Böyle bir parmak koordinasyonu ve böylesi melodik bir solo olacak iş değil. Açıkçası, şarkının nasıl bir şey olduğunu bile unutturuyor insana ve sadece soloya kulak vermesini sağlıyor ama bunu da hak ediyor. Sözlerde bu kez metafor olayına hiç bulaşılmamış, mesaj doğrudan veriliyor: “Medya, en son trajik intiharı çok sevdi; onu sömürdü, sonra paketledi ve ölen insanlar üzerinden kar sağladı; dünyaya bak, cehenneme bak, yarattığımız nefrete bak; son ürüne bak, yavaşça çürüyen bir dünya…” Daha fazla açıklamaya gerek var mı? Son derece içten ve son derece kişisel bir şarkı olan “My Acid Words” üçüncü sırada yer alıyor. Buna uygun denilebilecek ve bir kez daha şaşırtacak derecede sert rifflerle, tam bir heavy/thrash kırması olarak başlayıp yedi telli gitarın tüm nimetlerinden faydalanıyor. 02:02-02:10 arasındaki kısım tek kelimeyle bir vokal ziyafeti. Üstelik benzer bir temanın işleneceği “This Godless Endeavor” şarkısına da bir nevi preview yapıyor. 02:47 itibariyle düşen tempo, şarkıya çok yakışmış ve altta da süper bir melodi ile devam ediyor ta ki… Loomis bir kez daha döktürmeye başlayana ve insanları ağızları açık bırakana kadar. Gelelim sözlere. “Etrafım acılarla ve ölümle doluysa ve kaçış da yoksa, devam etmek niye?; kimse önemsemediğinde, kimse orada olmayınca, içten içe ölüyorsun daha ölmeden; algının en üst makamına erişmeye çalıştım ve hayallerim tamamlanmış gibiydi; ama tam da gözümün önünde şimdi yalan söyleyen bir görüntü var; daha amacı bile arayamadan, zamanımız bitiyor; asitli kelimelerin beslemesini beklerken; tüm isteğinin yok olduğunu izlerken…” Warrel Dane’in solo albümü Praises to the War Machine’deki “Brother” şarkısının bir nevi öncülü olan ve benzer şekilde, acı çeken Warrel’a ve ailesine rağmen, parayı ön plana koyup ailesini yarıda bırakan ağabeyini hedef aldığı sözler ise en sonda geliyor: “Bana o ruhsuz ve donuk gözlerinle baktığın her andan nefret ediyorum; inkar et, görmezden gel ve utançla gizle o kibirli, isimsiz boşluğunu.” Kişisel ve bir o kadar da duygusal bir şarkı, üstelik lower-mid-tempo da değil! Daha ne olsun? “Bittersweat Feast”, girişi itibariyle The Politics of Ecstasy’deki şarkılara (özellikle de albümün isim şarkısına) benzese de, sonra tamamen değişik bir hal alıyor. 01:03’e dek tekrarlanan bir thrash riffi, hemen ardından son derece başarılı bir heavy riff. Nakaratıyla upper-mid-tempo gidiyoruz, asıl olayı ise soloda görüyoruz. Ancak bu kez bir farklılık var. Evet Jeff Loomis hala müthiş bir solo atıyor ama bu kez spotlar Smyth’in üzerinde. 03:08’deki solo sanki bir Rage Against the Machine veya Audioslave albümünden fırlamış gibi, zira fena halde Tom Morello kokan ve Nevermore’da da oldukça şık duran bir havası var. Tema olarak sansür ve uyumluluk hüküm sürüyor. “Uzakta, sislerin ardından, ölülerin yakılma töreni beliriyor; ikiyüzlüler son günlerini yaşıyorlar; bu size son uyarımız, özgür iradenin savaşı artık geliyor!” Genel olarak vasat diyebileceğimiz (belki de tek) şarkı ama yine de özellikle solosu ve 04:46-04:58 arasındaki bitiş riffi, tek kelimeyle muazzamlar! Beşinci sıradaki “Sentient 6” ile birlikte ilk kez bir Nevermore şarkısına piyano ile başlıyoruz. Şarkı son derece iddialı, çünkü  adı aynı zamanda “The Learning-II” ve The Politics of Ecstasy gibi efsanevi bir albümün, efsanevi şarkısı “The Learning”in devamı. En başta belirtelim ki, bir devam şarkısı olmasına karşın, ilkiyle müzikal açıdan alakası yok denecek kadar az. Bir kaç piyano darbesi, yumuşak bir arpej ve doom metal tadında bir riff ile müzikal açıdan neredeyse “The Heart Collector”a benziyor. Ballad tadında ama ballad olmayan Nevermore şarkılardan biri. Şarkının en başarılı yanı ise kesinlikle sözleri. Hatırlarsak “The Learning”de, bilgisayarların da insanlar gibi konuşabildikleri, vicdanlı teknolojilerin olduğu bir distopyadan bahsediliyordu. Burada ise bahsi geçen bilgisayarların/robotun dünyaya indiğini ve insanların yarattığı bu çürümüş dünyayı gördükten sonra, herkesi öldürmeye başladığını öğreniyoruz. Bu yönüyle Isaac Asimov’un I, Robot romanının neredeyse bir kopyası olan şarkı, insanlar tarafından üretilen kusursuz bir robotun, ego sahibi olmasına neden olacak bir mutasyon geçirmesinden sonra başlıyor. Şarkının ismi aslında her şeyi açıklıyor: “Sentient”, bir anlamda ‘kendinin farkında olan’ anlamına geliyor ve bir robotun kendinin farkında olması, distopyayı yaratıyor. 04:44’te başlayan ve Dane’in ters olarak okuduğu sözlerde: “Ben sonun getiricisiyim, benden korkun, ben canavarım, teknolojiyim ben” sözleri geçiyor ve hem şarkının son derece kaliteli ikinci kısmını başlatıyor hem de şarkıyı özetliyor. Vokaller tüm şarkı boyunca muazzam ama 05:47’den sonraki bölümde Dane bile kendisini aşıyor. Kesinlikle bir defa da olsun dinlenmesi şart şarkılardan! Ve ardından, bir kez daha ABD’nin ve sistemin eleştirisi ile karşı karşıyayız. “Medicated Nation” (‘ilaçlanmış ulus’), antidepresanlarla, prozaclarla zehirlenen bütün bir 1990’lar/2000’ler jenerasyonunu hedef alıyor – da olabilir ama Amerika’nın uyuşturucu sisteminden bahsediliyor olması daha olası. Modern hayat acıyı oluşturuyor, etraf acı kaynadıkça insanoğlu bu kez acıdan bile para kazanma yolları buluyor. Acıyı yenmek için ‘ağrı-kesiciler’, yasal uyuşturucular ve pek tabi ki yasal-olmayan uyuşturucular kullanılıyor. Sonuçta, hiçbir şeyi umursamayan, yönetenleri eleştirme yetisinden yoksun, ‘koyun toplumları’ meydana geliyor. “Kırıldığımda ve kanadığımda, beni beslemeyi hatırladın mı? Şimdi damarlarına vur.” Albümün müzikal açıdan belki de en zayıf bestesi (zaten bir Jim Sheppard bestesi) ama onun da çok başarılı bir yanı var, solosu! 02:28-02:37 arasındaki bölümde, Loomis bir kez daha imkansıza yakın bir iş çıkartıyor. Teknik ve melodik. Hem de ne melodik? Albümde en çok dinlediğim şarkılardan biri ve bunun sebebi de işte o dokuz saniyede gizli! “The Holocaust of Thought” albümün ortasında ufak bir ara. Ne tip bir müzik aletinden çıktığını kavrayamadığım basit bir ritm ve üzerine, şu sıralar beynindeki çok ciddi bir rahatsızlıkla mücadele etmekte olan, efsanevi gitarist James Murphy’den, hemen ‘işte bu Murphy’ dedirttirecek cinsten, çok kaliteli bir solo. Hem saygı, hem de çok başarılı bir müzikal işbirliği. Nevermore’u sevmenin bir başka nedeni! Sıradaki “Sell My Heart For Stones”, albümün balladı. Yalnızca nakaratında lower-mid-tempo’ya kayıyoruz ve bu kez Warrel Dane bizleri gerçekten fazlasıyla etkiliyor. Nevermore’un en iyi balladlarından biri, belki de en iyisi. Güzel ama son derece hüzünlü bir arpej, sürprizsiz ama merak uyandıran başarılı bir gitar riffi, ve yine akılda kalıcı bir gitar solosu. Sözel anlamda Dreaming Neon Black’teki hikayenin devamı gibi dursa da, bence daha çok uyuşturucu bağımlılığı hakkında bir şarkı. “Rüzgar neden soğuk eser, hiç düşündün mü? Yüzün ruhuma işlenmiş hiç fark ettin mi?” diye başlıyor, ‘o’nun için yapılacaklardan bahsediyoruz: “Kontrol eden bakışlarının yumuşak ellerinde yatacağım; en karanlık günlerinin uşağı olacağım; fedakarlığı yapacak, sadece senin için değişeceğim; en saf mavinin özüne dalacağım.” Hüznün en saf hallerinden, en metal hallerinden biri. Albümün en teknik şarkısı ise sıradaki “The Psalm of Lydia”. Nedendir bilmem, bu şarkı ile Megadeth’in “Hangar 18″i arasında, daha şarkıyı ilk dinlediğim anda bile bir bağ kurmuştum. Bunun nedeni büyük ihtimalle 02:17-03:08 arasındaki ikili solo atışması (bence Loomis-Smyth, Mustaine-Friedman’a fark atacak kadar iyi lead gitaristler ve bu sololar da bunu kanıtlıyor; ancak bir seçme şansım olsa ben Loomis-Friedman’ı tercih ederdim o ayrı!). Jeff Loomis’in, henüz 16 yaşındayken, Megadeth’in gitarist seçmelerine başvurması ve Dave Mustaine’den ‘gerçekten çok iyisin ama yaşın Megadeth için uygun değil’ yanıtını almasının da bu bağda bir etkisi olabilir. Şarkıdaki riffler thrash metalden çok death metale yakın duruyor ve groove olayını yine abartıyorlar. Bırakın soloları, riffleri çalabilmek için dahi ‘iyi bir gitarist’ten fazlası olmanız gerekiyor. Şarkıda tam olarak neden bahsedildiğini anlamak çok güç. Sözlerde geçen ‘kadife uykular’ referansı Dreaming Neon Black’te de var olduğundan, Lydia’nın, o albümde ismi verilmeyen kızın adı olduğunu iddia edenler mevcut. Sözlerdeki benzerlikler (ben bulamadım o ayrı!) sebebiyle Edgar Allen Poe’nun Ligeia (vs. Lydia) şiirine benzediğini savunanlar da var. Müzikteki ‘lydian series’ ile bir alakası var mı, anlamak için yeterli müzikal bilgiye sahip değilim. Sahip olduğum tarih bilgisi ile Lidyalılardan (M.Ö 1200-546) bahsettiğini de hiç düşünmüyorum, parayı bulan medeniyet (M.Ö 700’lü yıllar) olmalarına rağmen! Sadece Warrel Dane’in bir rüyasında gördüğü, “binlerce kış öncesinde” Lydia ismindeki birinden bahsediyor olma ihtimalini daha yakın görüyorum ve bu nedenle de, müzikal bir şaheser, sözel bir soru işareti deyip bitirmek istiyorum. Albümün ve Nevermore diskografisinin Jeff Loomis tarafından bestesine veya solosuna hiç karışılmamış tek şarkısı, onuncu sırada yer alıyor: “A Future Uncertain”. Tamamen Steve Smyth’e ait ve bu yüzden de, nasıl desem, biraz garip. Kesinlikle Nevermore-gibi ama sanki biraz da öyle değil. Yavaş yavaş başlayıp, bir anda giren çift kroslarla thrash metale dönüşen sağlam bir şarkı. Smyth’in eski Testament gitaristi olmasından mı nedir bilemesem de, Testament’in Low dönemi şarkılarına (hoş o sırada Smyth büyük ihtimalle ortaokula gidiyordu ama!) benzettiğimi söylemem gerekiyor. Taramalı gitar rifflerin çok büyük bir hayranı olmasam da buradaki riffleri beğendiğimi de eklemek istiyorum. Gitar solosu olarak da bayaa başarılı. Ama işte, bir şeyler eksik, belki de fazla gibi. Tam olarak adlandıramıyorum. Sözlerin olayı ise daha garip. 1994 yılındaki Nevermore demosundan kalma “The World Unborn” şarkısında kullanılan sözlerin üzerine yazılmış bir şarkı; anlaşılıyor ki, Dane, sözlerde bir kaliteyi fark etmiş ama üzerine gidecek doğru besteyi (anlaşılan 11 yıl boyunca) bulamamış. “Zihnini özgür bırakmak için, önce sadece dinlemelisin; hayatını, değersiz nefretle veya çelişkilerle ziyan etme” diyen nakaratı çok etkileyici. Şarkıda bir de ‘yaklaşan veba’dan söz ediliyor ama tam olarak neye işaret ettiği çok açık değil. Bazıları 1994 yılından kalma Saddam-korkusundan bile dem vuruyorlar ama ben Nevermore’un o kadar tek-yanlı olabileceğine inanmıyorum doğrusu. Başarılı ama, dediğim gibi, ancak Nevermore-gibi olabilen bir şarkı. Gelelim sona. Eğer Nevermore’dan duyduğumuz son bir beste olacaktıysa, o bestenin işte böyle olmasını isterdim! Albümü kapatan “This Godless Endeavor”, bana göre Nevermore tarihinin en iyi, en kompleks, en teknik, en duygusal, en şahane sözlere sahip ve kesinlikle en melodik şarkısı! Bütün Nevermore kariyerinin bir nevi özeti. Şarkıda A’dan Z’ye her şey tamamıyla sanatsal bir şekilde icra ediliyor; bütün müzisyenler, yeteneklerinin doruğunda işler çıkartıyorlar. Ortaya da bir sanat eseri çıkıyor. Yalnızca bu şarkıdaki melodilerden, rifflerden ve sololardan (ve pek tabi ki sözlerden) bir albüm meydana getiren binlerce müzik grubu var! İşte sırf bu yüzden bile, çok daha derin bir incelemeyi hak ediyor. Önce ‘soğuk’ diye adlandırabileceğim bir arpej ile başlıyoruz. “Ve bu boş yolda, anlaşmaya varıyoruz; bize önceden söylendiği gibi zayıf olana miras kalacağı ve hiçbir şey değişmeyeceği için; işte burada tam bir dönemeçteyiz, geriye doğru dönmüşüz yüzümüzü; gözlerimizi görmekten korkuyoruz.” 00:35’te devreye giren klasik gitar dokunuşları şarkıyı ve sözleri taşımaya daha yakınlaşıyor: “Kendimi yardımsız ve yalnız hissediyorum, üçüncü taşta pusuya düşürüldüm.” Ve 01:08’de ilk kez sertleşiyor işler. 01:20’de giren melodiye eşlik ediyor Warrel: “Tanrısızız biz”, solo devam ediyor. Ta ki 02:10’a kadar ve zaten orada da kıyamet kopuyor! Jeff Loomis groovy thrash rifflerinin en iyi örneklerinden birini veriyor. 02:30’da Warrel da öfkesini iyiden iyiye hissettirmeye koyuluyor: “Kenarda soğuk taşlı zeminde oturuyorum; gitarım usulca kanıyor ve fazlasını istiyor; kapıma doğru yaklaşan ve kapımı vuran sesler duyuyorum.” 02:50’de o sesler dile geliyorlar: “Merhaba, tanıştığımıza mutlu oldum; senin mahremiyetinde, bu güvenli mi? Otur, seninle selamlaştığıma çok memnunun; sahnenin kenarında duran açgözlü köpeğini beslemek için.” Ve 03:02’de bir kez daha çift-kroslar giriyor devreye: “Ama önce, sen kapıyı çarpmadan önce; bana söyle ne zaman, bana söyle neden, bana söyle bu siktiğimin hayatı niçin önemli? Bu tanrısız çabanın içinden uçuyoruz; sonsuz siyahlığı açıklamaya çalışıyoruz.” Ve devam ediyor Warrel, tekrarlıyor: “Kendimi yardımsız ve yalnız hissediyorum, üçüncü taşta pusuya düşürüldüm; kendimi sonsuza kadar uyuşmuş hissediyorum, bu tanrısız çaba, bildiğim tek kafes.” 04:11’de yeniden anlamaya çalışıyoruz: “Bizim organik denklemimiz, kusurunu ortaya çıkarttı; tanrı kavramı hakkında anlaşmamak konusunda anlaşabilir miyiz? Ben yükseldikçe, ağabeyim bana sesleniyor: ‘naif realizmi terk et, soğuk kesinlikteki düşünceye boyun eğ’.” Warrel Dane’in ağabeyi ile olan ilişkisi bir kez daha karşımıza çıkıyor, realizmi terketmesini söyleyen ağabeyi karşısında, kafası karışık bir Dane görüyoruz. Ve bu sırada elbette, yüm müzik tarihinin en iyi sözlerinden birini de duymuş oluyoruz: “Tanrı kavramı hakkında anlaşmamak konusunda anlaşabilir miyiz?” Keşke!… Ve bir kez daha yoruluyor Dane: “Kendimi boş ve akıl hastası gibi hissediyorum, son yortuyu da inkar etmiş ve sahneden içeri getirilmiş.” 04:59-05:29 arası, Nevermore’un düpedüz grindcore yaptığını sergilerken, Warrel Dane bir kez daha öfke saçıyor: “‘Sorgulamayın’, bilimin amacı tanrıyı ortadan kaldırmak değildir; alternatif tanrılar ortaya çıktıkça, bilim, tanrının soyunu kırmakla suçlanıyor.” 05:30-05:42 arasında riffler bu kez ağır death metale kayarken, Dane bağırıyor: “Tüket, uyum sağla; tüket, uyum sağla.” 05:42’den sonra groovy thrash’e (bolca 7 telli gitarla) geri dönüyoruz ama faza uzun sürmüyor bu süreç. 06:06’da yeniden yumuşuyor, 06:18 ile yeniden sertleşiyoruz. Buradaki riff gelgitlerini bulmak, ancak Loomis gibi bir dehadan çıkabilir derken, Loomis bu kez basitçe tanrıcılığa oynuyor. 06:29’da giren sweep-pickingler, Dane’in vokallerinin de altyapısını oluşturuyorlar, 07:09’a kadar: “Ağaçlarda oturan çocuklar, bana gülmeye başlıyorlar; bana deli olduğumu söylüyorlar, ama zihnimde biliyorum ki, suçlaması gereken benim; deliliğimle yalnız, bunaklığım içimdeki yalnızlığı dolduruyor; yaralarımı iyileştirecek kutsal bir kitap yok, dua yok veya hastalıklı bir matem yok; hepsi hoşnutsuzlar.” Ve pek tabi ki 07:10 geliyor. Jeff Loomis yeni, yepyeni ve ruh hastası bir gitaristten çıkabilecek sweep-picking’lerine başlıyor. Bu kez bunlar başlıyorlar Dane’e eşlik etmeye: “Tüm inananlar çöktüler dizlerinin üzerine; ve dua ediyorlar, endüstriyel hastalığın rahiplerine.” 07:38’de anlıyoruz ki, daha bitmemiş hikayemiz. “Bilinçsizliği tasarlıyoruz, uyumsuz sesleri tınladıkça; bu tanrısız, rastgele yorumda; evren genişlemeye devam ediyor, insanlık hala anlamıyor; seni nasıl tanımlayacağını, işte bu yüzden gizlemeye devam et yüzünü, ve izle senin için nasıl kıyıyoruz birbirimize.” Ve Sanctuary günlerine geri dönen bir vokal ve ilk riffe selam çakan yeni bir gitar numarası ile bitiriyoruz şarkıyı 08:38’de: “Sona hoşgeldin dostum, gökyüzü açıldı!”

 

İşte böyle bitiyor This Godless Endeavor. Bir sanat eserini bitirmenin en iyi yolu ile: bir başka sanat eseri ile!

 

2000’li yılların ilk on yıllık döneminde tonlarca metal albümü çıktı. Birçok fanzin, birçok dergi ve birçok internet sitesi, o albümlerin bazılarını ‘yılın en iyisi’, ‘ayın en iyisi’, ‘haftanın en iyisi’ ve elbette ‘ilk on yılın en iyisi’ etiketleri ile anlattılar, tanıttılar, övdüler. Bu albümlerin tümünü dinlemem de, yorumlamam da, anlamam da mümkün değil ama basitçe söyleyebilirim ki, kendi adıma Dead Heart In A Dead World ve This Godless Endeavor’dan daha iyi diyebileceğim bir metal albümü dinlemedim. Elbette bu albümlere yaklaşanlar olmuştur ve hatta bazı kulaklar, bu albümlerin de daha iyisini dinlemişlerdir. Ancak, benim iyi ve kaliteli müzikten anladığım ve bu doğrultuda bir grubu baş tacı edip bir başkasını yerin dibine soktuğum kriterlere (başkasına benzememe, kendini sürekli geliştirme ve pozitif yönde değiştirme, gerçekten dişe dokunur olaylardan bahseden sözler yazabilme ve hiç sıkılmadan tüm albümü bir oturuşta dinletebilme gibi özelliklere) göre, Nevermore, hiç olmazsa, bu ‘en iyiler’ listesinin içinde yer alan, dünyanın en iyi gruplarından biri. Bunun kanıtı için, This Godless Endeavor’a bir göz atmakta fayda var.

 

*** Nevermore, This Godless Endeavor’dan bir sonraki albümü The Obsidian Conspiracy’ye kadar geçen beş yıllık süre içinde düzinelerce tura, yüzlerce konsere çıktı; grubun elemanlarından ikisi (Warrel Dane ve Jeff Loomis) kendi adlarıyla birer solo albüm (Praises to the War Machine ve Zero Order Phase) çıkardılar; Century Media, Nevermore adına bir best-of albümü piyasaya sürdü (The Manifesto of Nevermore); ve hepsinden önemlisi, grup 2007 yılında Almanya’da vermiş olduğu iki saatlik bir konser kaydını cd ve dvd formatında, The Year of the Voyager adıyla piyasaya çıkardı. Steve Smyth’in rahatsızlığı nedeniyle gruptan ayrılmasından sonra onun yerine geçen – yeni Megadeth gitaristi – Chris Broderick’in ikinci gitar rolünü (başarıyla) üstlendiği bu albüm, gerçekten bir Nevermore playlistinde duymayı isteyeceğim hemen her şarkıyı içermesi ve grubun insanüstü performansı sebebiyle gerçekten çok başarılı bir canlı kayıt sundu. Bu albümde öne çıkan performanslar: “What Tomorrows Knows” ile “Garden of Gray”in birleştirildiği medley; Jeff Loomis’in esas soloları (nasıl olabiliyorsa?) daha kompleks bir hale getirip tek kelimeyle kusursuz bir performans gösterdiği “The River Dragon Has Come” ve “Narcosynthesis”; eşi benzeri olmayan “The Learning”; tempolarıyla müthiş kaotik atmosferler yaratan “Enemies of Reality”, “I Am the Dog” ve “Inside Four Walls”; ve neredeyse kayıttaki kadar başarılı çalınıp söylenen muhteşem “This Godless Endeavor”. Son olarak, albümün dvd versiyonunda, Steve Smyth’in gitarlarda olduğu versiyonuyla arz-ı endam eden bir “The Seven Tongues of God” var ki, bir şekilde bulunup dinlenmeli, izlenmeli ve elbette takdir edilmeli!