Ocean Machine projesinin yumuşak, daha dengeli ve kesinlikle daha sakin havası Devin’ın ve sanatının bir yüzünü temsil ederken; aynı yıl çıkan yeni Strapping Young Lad albümü City, paraleldeki kızgın, hırçın, kavgacı ve sert yanları en ekstrem biçimde ortaya koymak için yaratılmıştı. Hem de Devin Townsend diskografisinin bile, hala, ulaşamadığı bir esktremitede!…
Bir önceki Strapping Young Lad albümü Heavy As A Really Heavy Thing’de session elemanlar olarak boy gösteren Jed Simon (gitar) ve Byron Stroud (bas) kadroya kalıcı elemanlar olarak alınmış, davullara ise efsanevi isim (Dark Angel, Death, Forbidden, Testament, Old Man’s Child gibi gruplarda çalmış) Gene Hoglan geçmişti. Full kaos, full hız, full ekstremite, full delilik için her şey hazır gözüküyordu. Devin Townsend gerek besteleri, gerek sözleri, gerekse vokalleri ile tam anlamıyla delirmişe benziyordu. City, baştan sona ,o kadar alışılmadık, o kadar aşırı bir albümdü ki, Townsend bir kez daha tek bir albümle bir janr yaratma işine koyulmuş ve daha ilginci, bir kez daha bunu başarmıştı. Üzerinden on altı yıl geçmiş olmasına karşın, müzik dünyası City gibi bir ikinci albümü görebilmiş değil. Devin Townsend’ın ayrıcalıklı diskografisinin, en ayrıcalıklı ve bana göre en dahiyane albümü…
“Bu boktan insanlara inanabiliyor musunuz?…Yeni bir zaman başlıyor… Ve biliyoruz ki, siz o zaman ayağa kalkmış olacaksınız…. Babınız kim?” diyerek açar albümü “Velvet Kevorkian.” Ve bütün öfkesini kusar Devin Townsend, sanki albümün müjdesini verircesine!… Hemen ardından gelen “All Hail the New Flesh,” Gene Hoglan’ın abartılı çift krosları ile açılır ve dinmezcesine kulaklara hücum eden bir fırtınayı andırır. Herhangi bir albüme ait ‘en sert’ şarkı olarak kolaylıkla adlandırılabilecek bu şarkı, aslında albümün en duraklı bestelerinden biridir. “Domuzları cehenneme gönder”ir ve her şeyin yoluna gireceğini müjdeler. Bir sonraki şarkı “Oh My Fucking God,” yalnızca ekstremitenin ve tahammülün/hoşgörünün sınırlarını zorlayan sözleriyle değil, 00:48’den sonra vokali, gitarları ve pek tabi ki davulları takip etmenin dahi imkansız olduğu beste yapısı ile, albümün en dikkat çekici yanlarından biridir. Şarkının kaotik yapısını anlatmaya kelimelerim yetmez; bu yüzden, yalnızca şarkının içinde geçen iki sözden bahsedeyim: “tüm zeka sahibi yaratıklar, rüya görmenin rüyası için uykuya yatarlar” ve “tüm istediğim, anneciğim”. Budur! Ve pek tabi ki takip eden şarkı(!) “Detox.” Çok net söyleyeyim: hayatımda böyle bir şarkı dinlemedim. Beş dakika otuz yedi saniye boyunca süren kontrollü delilik böyle bir şey olsa gerek: at koştururcasına sürüklenen gitar ve baslar; koro vokaller; hiç susmayan çift-kros davullar; beyin zarını delmeye programlanmış endüstriyel sample’lar ve kesinlikle cehennem patentli çığlıklar! 01:16’da müzik dinlediğini iddia eden her yaşayan canlının delirmesi şart! Melodiler, sertlik ve ultra-ultra-ultra yetenek. Hepsini birleştirip, rahatlıkla bu şarkıyı elde edebilirsiniz. Bütün Devin Townsend diskografisinin en iyi, en sert ve en melodik şarkısı işte budur! “Detox” öyle bir şarkıdır ki, kendisinden sonra gelen “Home Nucleonics”in neye benzediğini anlamanız için, özel bir seansa ihtiyaç duyarsınız. Davullar grind takılır, vokaller scream’e kayar, melodi zorla serpiştirilmiş gibi iğreti durur ama beğendiğiniz bir şeyler bulmanız hiç de zor değildir. “AAA” ise, eğer “Detox”tan kendinizi arındırabildiyseniz (oksimoronik bir cümle oldu!), serüvene devam etmeniz için size her şeyi sunan bir şarkıdır. Tempoyu birazcık düşürür ama bir sonraki şarkı geldiğinde anlarsınız, aslında onun için zemini hazırlamakla görevli bir şarkıdır. “Underneath the Waves,” neredeyse “AAA”in kaldığı yerden devam eder ama çok daha kompleks bir yapı ve çok daha yerinde melodilerle… “Gündüz düşlerinden uyanmaktan bıktım” der Devin ve toplumsal saçmalıkların tümüne isyan eder. Siz sözleri anlamasanız bile, ortada bir isyan olduğunu fark edersiniz, çünkü Devin Townsend çıldırmıştır! Söylentiye göre, bu albümün kayıtları sırasında, atılan çığlıklardan dolayı Devin stüdyoda bayılmış, en azından kendinden geçmiştir. Eğer illa ki bu olayın sorumlusu bir şarkı bulacaksak, “Underneath the Waves,” bunun için biçilmiş kaftandır. “Room 429,” Cop Shoot Cop isimli gruba tribute edilmiş bir cover şarkıdır. Albümün genel yapısına, en azından hızına fazla uymasa da, ne Devin Townsend’ın ne de grubun böyle bir takıntısı mevcuttur. Keyboard fazlasıyla ön plandadır ve Townsend, albümün genelinden çok farklı bir tonda (sanki başka biriymiş gibi) şarkı söylemektedir. Albümün son şarkısı “Spirituality” de benzer bir yolu takip eder. Devin sanki bu dünyadan sıkıntısını Tanrı’ya duyurmaya çalışmaktadır ama sorun onu dinleyecek birilerinin olup olmamasıdır!
Albüm mid-tempo iki şarkıyla bitmiş olsa da, sonuna geldiğinizde yorulduğunuzu, hatta tükendiğinizi hissedersiniz! Kazara sesi sonuna kadar açılmış bir mp3 player’da tesadüfen “Detox”a falan rast gelirseniz, kulaklarınızın tükendiğini, sağır olmaya yakın olduğunuzu hissedebilirsiniz. City aslında amacına ulaşmıştır. Çünkü amacı rahatsız etmek, “suuus” dedirtmek, isyan etmeye yeltendirmektir. Bu dünyada, bundan başka hiçbir albüm, bu konuda daha fazla başarılı olamaz. Başyapıt!!!