Günlük hayat, haberler, son dakikalar…
Kötü ve mide bulandıran bir otobüs yolculuğuna benziyor Türkiye gündemi. Kafanızı bir yere yaslama, bir an önce uykuya dalma, elinizdeki kitabı sokuşturacak bir yerler arama isteğiyle yanıp tutuşursunuz ya hani. Siz biteviye sona ermesini isteyedurun, Karayolları’nın özenle hazırladığı sürprizlerin isteklerinizle çelişmesinden, ekspres diye bindiğiniz arabanın her durakta mola vermesinden, son kilometrelerin inadına uzamasından kaçamazsınız. Kafanızın tepesinde sadece sizin duyduğunuz bir uğultuyla çalışan ve sizi birkaç gün içerisinde kötü bir grip virüsü ile tanıştıracak olan sinsi klimayı kapatamaz, bir an önce ciğerlerinize çekmek istediğiniz temiz hava yerine otogarların kendilerine özgü egzoz kokusuna mecbur kalırsınız. Muavinden istediğiniz su bir türlü gelmek bilmez ve sizin de isteğinizi tekrarlamaya mecaliniz kalmaz. Yanınızdaki koltukta – siz tüm bunlarla uğraşırken – sanki dünya umrunda değilmişçesine uyuyan, ölü balıkların fosilleşmeye başladığı kusmuk dolu bir akvaryumun kokusunu andıran nefesiyle size hayatı sorgulatan adamın omzunuzda uyumasını, hala hayatta olduğunuzu anlama yolu olarak bellemişsinizdir bile…
İşte böyle bir anda, son bir atımlık kurşununuzu şarjöre doldurmaya karar vermişken, bir yerlerden sizinle aynı fikirleri paylaşan biri çıkagelir de, sanki dünya yeniden yörüngesine girer ya hani. Kötü bir Erol Evgin şarkısı gibi, İşte Öyle Bir Şey, Herbert Marcuse. Uzaktan, çok uzaktan geliyor, zamana meydan okuyor, kırk küsür yıl öncesinden bugüne ışık tutuyor.
Siz de bir bakın, fazla uzaklaşmadan, arayıp sormadan bulacaksınız ismini. “İmdat Çekici”nin hemen üzerinde ismi yazıyor. Acil durumlarda camı kırmanız için otobüsün küçük bir köşesinde sizi bekliyor.
“Günümüzde ‘devletin amaçları’na yönelik soru önemini kaybetti. Toplumun sürekli işler durumda olması, onun meşruiyeti ve itaat iddiası için yeterli bir meşrulaştırma gibi görünmektedir ve ‘işler durumda olma’ olumsuz olarak iç savaşın, ciddi bir kargaşanın ve ekonomik çöküşün olmaması olarak tanımlanmış gibi görünüyor. [1] Bunun dışında her şey mubah: askeri diktatörlük, plütokrasi, gangsterlerin ve dolandırıcıların yönetimi. Katliam, savaş suçları, insanlığa karşı işlenen suçlar evinde mülkiyeti, alışverişi ve ticareti korurken, dışarıda kendisinin yıkıcı politikasını uygulayan bir devlete karşı etkili argümanlar değildirler. Aslında böyle bir anayasal devletin haklılığını ve meşruiyetini elinden alabilecek uygulanabilir bir yasa yoktur. Bu statükoya hizmet eden yasalar dışında yasalar olmadığı anlamına gelir ve buna hizmet etmeyi reddedenler, yasayla gerçek bir çelişkiye düşmelerinin öncesinde bile yalnızca bu nedenle (eo ipso) yasa alanının dışındadırlar…
[Bu nedenle olası] alternatif, demokratik evrime karşı radikal eylem değil, statükonun ussallaştırılmasına karşı değişimdir. Toplumsal sistem beyin yıkama ve bütünleşme ile kendi kendini devam ettiren bir çoğunluk ürettiği sürece, çoğunluk sistemin kendisini üretir; kurumsal yapısı içindeki değişikliklere açık, fakat ötesindekilere açık olmayan bir sistem. Sonuç olarak, sistemin ötesindeki değişimler için mücadele, kendi dinamiği nedeniyle, sisteme göre demokratik olmayan bir şey haline gelir ve karşı şiddet başından beri bu dinamiğe içkindir. Bu yüzden radikal olan suçludur; ya statükonun gücüne teslim olduğu için ya da statükonun Yasa ve Düzen’ini çiğnediği için.
Yasal olarak kurulmuş devlet kurumları ve temsilcileri ve halkın çoğunluğu dışında, kim kendini yerleşik bir toplumun yargıcı olarak görme hakkına sahip olabilir ki? Bunlar dışında sadece kendi kendini atamış bir seçkin ya da böyle bir yargı hakkını kendilerinde gören liderler. [2] Aslında, eğer alternatif, demokrasi ve (ne kadar cömert olursa olsun) diktatörlük arasında olsaydı yanıt tartışmalı olmazdı: demokrasi daha iyidir. Bununla birlikte, bu demokrasi yoktur, devlet olgusal olarak bir baskı grupları ve ‘makineleri’ [3] ağı ile işletilir, çıkar çevreleri demokratik kurumlar aracılığıyla temsil edilir, bu kurumları etkiler ve bunlar aracılığıyla çalışırlar. Bunlar egemen bir halktan gelmemektedirler. Temsil, yöneten azınlık tarafından biçimlendirilen istencin temsilcisidir.” [4]
[1] Eh, durum böyle olunca, fotoğraflar fotoğrafları, suçlamalar suçlamaları, insanlık halleri vicdanları kovalar hale geliyor. Bugünlerde Cenevre’de olup bitenler, bir tek beni mi rahatsız ediyor?
[2] O sırada bir ülkede, belki de “uzun zaman önce çok çok uzak bir galakside”, Yasa ve Düzen yeni baştan yapılandırılmaya çalışılmaktadır.
[3] Bu ‘makineler’ içerisinde yalnızca politikacılar, bürokratlar, teknokratlar vs. değil, ‘aydınlar’ da bizzat yer alır.
[4] Herbert Marcuse, Özgürlük Üzerine Bir Deneme, S. Soysal (çev.), 1971/2013, İstanbul: Ayrıntı, ss. 71-73.