su(ru)ç

Hala sayısı bilinmiyor ölülerin.

“İstatistik devlet bilimidir” der, Michel Foucault: adı üstünde, state-istics. [1] Sayamadığından değil, kimleri sayıp kimleri saymayacağına henüz karar verememiş olduğundan yayınlamaz ölü sayılarını devlet. [2]

1999 depreminde kaç kişinin öldüğünü bileniniz var mı?

2011’de Van’da?

2013’te Reyhanlı’da?

Dün Suruç’ta?…

Etienne Balibar, Cumhuriyet‘te yayımlanan söyleşisinde söylüyor: “Biliyoruz ki bugün, devlet çatışmalar karşısında tarafsız değil. Genelde bazı grupların çıkarlarını diğerlerine tercih ediyor… Diğer yandan, devletin gücü kullanma tekeli, yasal bir denetime de tabi kılınmıyor ve devlette bu gücün kullanımında aşırıya kaçma eğilimi görülüyor.” [3]

İşte aynen böyle oluyor. Devlet yine birilerinin tarafını tutuyor. Üstelik bunu – Thomas Hobbes’un öngörüsünün bile ötesine geçerek – kendi sınırları içinde değil, başka sınırlara bilfiil müdahale ederek yapıyor. Gücünü farklı topraklarda test ediyor. Bunu önce “gizlilik,” sonra “devletin kutsallığı” kılıflarına sarıyor. Kendisini ve eylemini, seçtiği tarafı sorgulatmıyor; yalnızca ve yalnızca onaylatmak istiyor. Güç/şiddet, sadece birilerinin üzerine bomba atarak gerçekleşmiyor. Atılan bombayı göstermemek de aslında devlet şiddetini gösteriyor.

Ama sınırlar da en az devletin kendisi kadar geçirgen olduğundan, başka topraklarda yaydığı şiddet bir bumerang gibi dönüp dolaşıp kendisini vuruyor. Devlet on şiddet kullanıyorsa, ona yönelik şiddet belki bir’de kalıyor ama ateş yine düştüğü yeri yakıyor.

Üstelik ‘bir’ var, ‘bir’ var…

Bazen ‘bir’ bir’den bile az kalırken, bazen bir’den çok oluyor.

IŞİD’in dünkü eylemi, milletin nezdinde ‘bir’in içini dolduramayacak bir grubu hedef aldı. Kimler katledildi dün? Bir avuç çocuk. Çocuk derken, yaşını başını almış anarşistlerdi bunlar. Komünistlerdi. ‘Kürtlere’ yardım ediyorlardı. ‘Kürtler’di veya ‘kanı-bozuk Türkler’di onlar. Kobani de neyin nesiydi? Ne işleri vardı, “Türkiye’de yer ve insan bitmişti de, geriye bir tek Kobani mi kalmıştı?” [4] ‘Adam’ olsalardı, Uygur Türklerine yapılan Çin zulmünü protesto etmek için ülkedeki çekik gözlüleri dövenler gibi, Türkiye’deki IŞİD’çilere girerlerdi tekme tokat, olur biterdi. Ne olurdu canım birkaç sakallı çocuğu yanlışlıkla pataklasalar? Ha IŞİD’çiydi ha sakallı… Ha Çinli ha Koreli ha Uygur Türkü olduğu gibi… Oysa onlar, düşmanla işbirliği yaptılar. Yaptıklarının cezası bu olmamalıydı belki ama olmuştu işte bir kere.

İşin özü, dün katledilen çocuklardan daha ‘doğru’ bir hedef bulamazdı IŞİD. Bu ülkenin yarısından fazlası, hiçbir şey yapmasalar da sevmezdi zaten o çocukları. Birkaç entel dantelle fotoğraf çektirirlerdi ancak. Belki de ‘su testisi su yolunda kırılmıştı’.

Oysa öyle mi olurdu IŞİD’in katlettikleri Nişantaşı ahalisi olsa? Asker-imiz olsa? Polis-imiz olsa? Antalya’da güneşlenen turistler-imiz olsa? Maazallah turist gelmezdi bir daha ülkeye de ekonomi yerle bir olurdu… Borsa çöker, dolar fırlardı Allah göstermesin. Yunanistan’a dönerdik valla! Hele bir de bakan makan, milletvekiline düzenlense saldırı? Ya o milletvekillerden biri kazara HDP’li olmasa? Büyük şehirlerden birinde patlatılıverse o bomba? Belediye başkanları sakat bırakılsa? Güzide sanatçılarımızdan birine çekilse silah? Yaşadıklarını önce televizyonlara sonra kitap sayfalarına dökse o ağlayan bir çift göz? Bir de kutsalından alıntılar yapsa… Birileri kesik kesik, kameraya kaçak bakışlarla anlatsa hikayesini fonda ney sesi, gürleyen bir şelale, okunan bir dua…

IŞİD sanıldığından çok daha ‘akıllı’ galiba… Hedefini doğru tutturacak, ne idüğü belirsiz bir gençlik örgütünün, dandik bir basın (!) açıklamasını dakikası dakikasına haber alıp, oraya canlı bomba gönderecek kadar oturmuş bir istihbaratı; titizlikle yürütülen bir siyasi stratejisi; taaa ecnebi ellerden insanları kendisine katılmaya teşvik eden, bir sürü zor aygıtının arasına konuşlandırılmış birbirinden başarılı rıza aygıtları var IŞİD’in… Ne kadar da çok ‘modern devlet’e benziyor değil mi böyle anlatınca? Toprağı olmayan, ülküsünü dinden alan, uyruksuz vatandaşlarını teste tabi tutup kabullenen modern bir devlet IŞİD! Ve aynen Balibar’ın söylediği gibi ne tarafsız ne de şiddetinin sınırları var…

Devletin tarafsızlığını savunanlar, devlete ait olanı ‘sivil bir din’ gibi kabullenenler; IŞİD’in tarafsız olmayan bilhassa ‘gerçek bir din’ üzerinden meşruiyetini kazanan söylemine karşı koymanın tek yolunun aradan ‘devlet’i çıkartmak olduğunu geç de olsa anlayacaklar elbet. Ne zaman olacak, nasıl olacak, şimdilik belirsiz. Belli olansa bu işin kansız olmayacağı. Kanlı, cansız, ölü bedenler göreceğiz. Dün katledilen çocukların üzerinden masallar dinleyeceğiz. ‘Kalbimizde yaşayacak’larını haykıracağız. Bir iki kapsül, üç beş biber gazı sonrası sıcak yataklarımıza döneceğiz. Kendi çocuğumuzun başına gelmesin diye dualar edecek, yurtdışı eğitim toplantıları düzenleyeceğiz. Bir sonraki patlamaya kadar ‘güldür güldür’ eğleneceğiz.

Suruç’takileri sayamadan yeni ölüler izleyeceğiz.

Birinin kanı soğumadan yenisinin kanı ile boyanacak ekranlarımız.

Ama meraklanmayın, ‘itidali elden kaybetmeyeceğiz’…

 

[1] Michel Foucault, Essential Works: Power, 1954-84, (der.) J.D. Faubion, (çev.) R. Hurley vd., New York: The New Press, s. 212.

[2] Öyle ki, bazen sizin saymanızı da istemediği için, her türlü haberleşme aracına erişimi bile engelleyebilir: “Twitter Neden Kapatıldı?,” Hürriyet, 22 Temmuz 2015.

[3] “Şiddet Hastalığı Bizi Öldürecek,” Cumhuriyet, 21 Temmuz 2015.

[4] “Devlet Bahçeli’den Suruç Saldırısı Açıklaması,” Hürriyet, 20 Temmuz 2015.

Comments Off on su(ru)ç

Filed under Güncel, Siyaset

Comments are closed.