Türbülanslı günlerde, türbülanssız kararlar, hükümler, kanunlar geçirmenin verdiği tarifsiz zevkin hepimizi sevince ve neşeye boğduğu şu günlerde, bir üniversite hocası olarak ‘nedense’ eğitimle, öğretimle, yasaklarla, entelektüellikle, rıza üretimi ile ilgili bir şeyler yazmak geldi içimden! ‘Bilimsel tartışmaları’, ‘yetki’liliği, ‘basın/haber ajansı/radyo-tv’ farkını, ‘bilgi’ kavramını tartışasım, üzerlerinde atıp tutasım geldi.
Sonra düşündüm. Zaten ve madem konuşması dinlemeye ‘değer’ bir adam değilim, belki dinlenmeye ‘değer’ adamların sözleri özetler derdimi. Konuşurlar benim yerime. Onların fi tarihinde söyledikleri anlatır söylemek istediklerimi.
Bir umut işte…
Bir ‘rıza aracı’ olarak eğitimin toplumsal işlevleri hakkındaki kısa bir özeti Pierre Bourdieu’nün sözleriyle aktaralım önce.
“Bourdieu Reproduction‘da, eğitim sisteminin üç kilit işlevi yerine getirdiğini söyler. Öncelikle, bir kültürel mirası ‘muhafaza etme, telkin etme ve yüceltme’ işlevi görür. Bu, eğitimin ‘içsel’ ve en ‘asli işlevi’dir. Eğitim, yalnızca teknik bilgi ile becerinin aktarılmasını değil, belirli bir kültürel gelenek içerisinde sosyalleşmeyi de sağlar. Katolik Kilisesi’ne benzer biçimde, okul ‘toplumun kültürel kanonlarını muhafaza etmek, aktarmak ve telkin etmek üzere özel olarak tasarlanmış bir kurum’dur. Kültürel yeniden üretim işlevini yerine getirir.
Bu ilk işlev geleneksel pedagojiyle birleştiğinde eğitim sistemi ikinci, ‘dışsal’ işlevini yerine getirir: Toplumsal sınıf ilişkilerini yeniden üretme işlevini. Kültürel sermayenin eşitsiz dağılımını yeniden düzenlemektense pekiştirir. Eğitim sisteminin üçüncü bir işlevi daha vardır: ‘meşrulaştırma’. Eğitim sistemi, aktardığı kültürel mirası yücelterek toplumsal yeniden üretim işlevinin gözlerden kaçmasına ve yanlış tanınmasına katkıda bulunur.” [1]
Eğitimin toplumun sürekli yeniden-düzenlenişinde, bilhassa hakikatin yeniden inşa edilme ve tahakkümün kırılma anlarında, neden ön plana çıkartıldığı ve bunun yanında (yüksek-)öğretim ile eğitim arasındaki farkın neden zannedilenden çok daha az olduğu konusunda ise Antonio Gramsci’yi dinleyelim.
“‘Öğretim’in ‘eğitim’den oldukça farklı bir şey olduğu tamamen doğru değildir. Bu ayrıma aşırı bir vurgu yapılması idealist eğitimcilerin ciddi bir hatasıydı… Zira öğretim eğitimden tamamen ayrı bir şey olarak alındığında, öğrenci salt edilgen bir konumda, soyut nosyonların ‘mekanik alıcısı’ konumunda kalacaktır – bu da saçmadır ve katışıksız eğitimden yana olanlar, bunu, mekanik eğitime karşı çıkarken, ‘soyut bir biçimde’ yadsımaktadırlar’. ‘Kesin olan’ çocuğun bilincinde ‘hakiki olan’a dönüşür. Fakat çocuğun bilinci ‘bireysel’ bir şey değildir (bireylik yoluna çok eksiklidir); bu bilinç, çocuğun katıldığı sivil toplum kesimini ve onun ailesi, çevresi, köyü vs. içerisinde oluşan toplumsal ilişkileri yansıtır. Çocukların ezici çoğunluğunun bireysel bilinci, okul müfredatında temsil edilenlerden farklı ve onlarla uzlaşmaz karşıtlık içinde bulunan toplumsal ve kültürel ilişkileri yansıtır: Böylece ileri bir kültüre ait ‘kesinlikler’, taşlaşmış ve anakronik olmuş bir kültürün çerçevesi içerisinde ‘hakikat’ haline gelir.” [2]
Son olarak da, (yüksek-)öğretim kurumlarında çalışan ve bu kurumlarda üretilen ‘bilgi’yi (topluma yeniden-)taşıyan kişilerin/entelektüellerin, kırılan tahakkümle – öncesiyle ve sonrasıyla – kurdukları ilişkilerinin boyutunu aktaran Michel Foucault’ya kulak verelim.
“‘Sizden ısrarla söyleminizi değiştirmenizi istediğimiz zaman, bizi en modası geçmiş sloganlar adına mahkum etme yolunu seçtiniz. Şimdi de, algılamaktan aciz olduğunuz bir gerçekliğin baskısı altında cephe değiştiriyor ve bizden, size, bu gerçeklikle boy ölçüşmenizi sağlayacak düşünceyi değil; bilakis sizdeki değişmeleri gizlemeye yarayacak bir söylem armağan etmemizi istiyorsunuz. Buradaki sıkıntı söylendiği gibi, komünistler iktidara geçer geçmez entelektüellerin Marksist olmaktan vazgeçmelerinde değil; ittifakınızdaki belirsizliklerin, en gerekli olduğu anda, size yönetme yeteneği verecek düşünce çalışmasını entelektüellerle yapmanıza engel olmasıdır. Yani, eskimiş basmakalıp laflarınız ile başkalarının geçersiz tekniklerini kullanmadan yönetme yeteneği.” [3]
Hepimize ‘HAYIR’lı olsun.
[1] David Swartz, Kültür ve İktidar: Pierre Bourdieu’nün Sosyolojisi, E. Gen (çev.), 1997/2011, İstanbul: İletişim, s. 265.
[2] Antonio Gramsci, Seçme Yazılar, 1916-1935, D. Forgacs (der.), İ. Yıldız (çev.), 2000/2010, Ankara: Dipnot, s. 388.
[3] Michel Foucault, Özne ve İktidar: Seçme Yazıları – 2, I. Ergüden ve T. Birkan (der.), I. Ergüden ve O. Akınhay (çev.), 1994/2011, İstanbul: Ayrıntı, s. 96.