ak sakallı gramsci dede

“Modern kapitalist devlet nasıl ayakta kalır?”

Antonio Gramsci’nin bu kısa ama oldukça zor soruya verdiği yanıt, yirminci yüzyıl toplumsal analiz tarihinin en esaslı argümanlarından birini oluşturuyor. Gramsci – hala bir üst-yapı aracı olarak tasvir ettiği – devleti, teorik bir soyutlama aracılığıyla iki kısımda inceliyor. Bu kısımlardan ilkine “siyasal toplum”, ikincisine ise “sivil toplum” adını veriyor. [1] Siyasal toplum, yönetilenlerin ‘zor araçları’ (polis, yargı, ordu vb.) ile baskılandığı mekâna işaret ederken; sivil toplum, yönetilmeyi meşru gösteren ve yönetilenleri denetlemeye yarayan ‘rıza araçlarının’ (kültür, eğitim, aile, medya, din, ahlak vb.) üretildiği mekânı tanımlıyor. Bu iki ‘toplum,’ esasında yalnızca kavramsal olarak birbirinden ayrılıyor ve ne zaman ki zor ve rıza araçları devleti yönetilenlerce tümüyle kontrol edilmeye başlanıyor, işte o zaman yönetenlerin yönetilenler üzerinde kurduğu tahakküm ve liderlik anlamına gelen ‘hegemonya’ durumu da inşa edilmiş oluyor.

Hegemonya, bu anlamda, yönetilen sınıfların yalnızca yönetenlerin fiziksel gücünü kabul ettikleri bir evre olmaktan çıkıyor ve bununla birlikte onların kültürünü ve ahlakını ‘içselleştirdikleri’ bir evreyi tanımlıyor. [2]

Ama bir hegemonya hiç şüphe yok ki ‘kolay yetişmiyor.’

Hegemonyanın kurulduğu ‘nadide an’ öncesinde, normal şartlarda birbirinden farklı görüşleri, idealleri ve tutumları olan bazı gruplar, kendilerine ‘zulmeden’ eski rejimi ortadan kaldırmak adına bir araya geliyorlar. Gramsci, bu gruplardan birinin (liderin) etrafında oluşan istikrarlı ittifakları “tarihsel blok” [3] olarak adlandırıyor. Son derece özel şartlarda, hem ülke içi hem de uluslararası konjonktürden alınan desteklerle – genelde uzun bir zaman içerisinde (ki Gramsci, buna “pasif devrim” [4] süreci diyor) – gelişimlerini tamamlayan tarihsel bloklar, büyük oranda üretim ilişkilerindeki konumlarından ama aynı zamanda eğitim, medya ve kültür başta olmak üzere rıza araçları üzerindeki hâkimiyetlerinden maksimum faydayı aldıkları an, bu pasif devrim sürecini tamamlamış ve kendi ‘yeni rejimlerini’ hayata geçirmiş oluyorlar.

Her güzel hikâye gibi, tarihsel blok hikâyesinin sonu da, tam en heyecanlı yerinde bitiveriyor. Tarihsel blok tam da gücünün zirvesindeyken, isminin de işaret ettiği şekilde belirli bir zaman ve belirli bir mekân içerisinde, ortak bir düşman (eski rejim) ve ortak bir amaç (eski rejimin yıkılması) çerçevesinde bir araya getirdiği farklı zihniyetteki grupların birbirinden ayrılışlarının aşırı hüzünlü hikâyesine evriliyor. Hegemonyanın tek sahibi olma hayalinin en yakınındaki lider grup, kendisini o konuma taşıyan diğer grupların isteklerini başlarda es geçmeye, sonra unutmaya, sonra hiç umursamamaya, en sonunda da bu grupları tarihsel blok içinden tek tek ‘tasfiye etmeye’ başlıyor.

İşte o anda da kıyamet kopuyor.

İlk olarak tasfiye edilenler, bloğun ‘gazeteci çocukları’ oluyor. Ellerine tutuşturulmuş küçük hediyeler ve içleri bomboş büyük kavramlar ile o çocukları dışarı atmak zaten çok kolay oluyor. Sonra biraz daha çetin cevizler alıyor sırayı. Hayal edilen gelecekten bir pay almak isteyen ‘çoğunluk sahibi azınlıklar,’ ellerindeki zor araçları ile hala tehdit unsuru yaratabileceklerine inansalar da, akıbetleri ‘gazeteci çocuklardan’ farklı olmuyor. Daha kandırıldıklarını yeni anlarken, bir bakıyorlar ki ellerindeki bulgurdan olmuşlar… Lider, bu iki grubu bitirdi bitirecekken, pasif devrim sürecini onlardan çok daha ‘verimli’ geçiren ve en az lider grup kadar iyi ‘örgütlenmiş’ “zirvenin ortağı” – başına gelecekleri ustaca önceden sezip – lideri hiç beklemediği yerden vurmaya başlıyor. Lider, önceki tasfiyelerin kolaylığı ve zorun ve rızanın hakimi olmanın verdiği rahatlıkla, ne potlar kırdığını ne çamlar devirdiğini ve nasıl bir balçığa bulandığını hiç anlamadan, yönetilenlerin gözündeki değerini kaybettirecek türlü ‘araçlarla’ tanışıyor. Bir sağdan bir soldan, bir aparkat bir kroşe derken, ağzı yüzü kanlar içinde, üstü başı yırtılmış da olsa yedek oyuncuları çağırmaya, kısa süreli ateşkes imzalamaya, aslında niyetinin hiç de bu olmadığını herkese anlatmaya çabalıyor. Tabi ki onun bu ‘yeni numaraları’ artık yönetilenler ve zirve ortağı diğer grup için boş birer vaatten öteye gidemiyor.

Hikâye burada bitmiyor elbette. Tarihsel blokların çöküşe mahkum olmaları şaşırtıcı bir şey değil. Ancak tarihsel bloğun çöküşü, yönetilenlerin tahakkümden kurtuluşlarının bir garantisi de değil. Gramsci, hegemonya bir kez kurulduktan sonra, onun dayattığı ahlaktan ve kültürden vazgeçmenin bu kadar kolay olmayacağını, bilhassa zirve ortağı diğer grubun aynı ahlakı ve kültürü kullanmayı çok iyi bildiğini ve bunun, yöneten-yönetilen dengesi(zliği)ni tersine çevirmenin önündeki en büyük engel olduğunu anlatıyor. Eğer bu durumu tersine çevirme gibi bir olasılık bir gün ortaya çıkacaksa, diyor, bu olsa olsa yönetilenlerden gelecektir, zirvenin ortağından değil. [5] Bunca zamandır hegemonyanın siyasal/toplumsal meşruiyetini sağlayan araçlardan medet ummak, olsa olsa yönetilenlerin bir illüzyonu, hala görmekte oldukları bir rüya olacaktır, hiçbir şeyin çaresi değil.

Gramsci böyle aklıma geldi işte… tesadüfen, ya da değil.

 

[1] Antonio Gramsci, Selections From the Prison Notebooks of Antonio Gramsci, (çev.) Q. Hoare ve G. Nowell Smith (der.), 1921-1926/1978, New York: International Publishers, ss. 206-210.

[2] A.g.e., s. 328

[3] A.g.e., s. 137.,

[4] A.g.e., ss. 106-114.

[5] A.g.e., s. 78.

Comments Off on ak sakallı gramsci dede

Filed under Teori

Comments are closed.