aynılaştırı(lı)rken ayrılaşmak

Yine tuhaf zamanlardan geçiyoruz.

İç siyasette ne olup bittiğini anlayan birileri var mı gerçekten? [1] Bu olan bitenleri gerçek bir önem sırasına koyabilen? Dün gerçekten neye canının sıkıldığını ya da gerçekten neyi çok beğendiğini hatırlayan insanlar var mı? 

Ne çok şeyle uğraşıyoruz milletçe? Kızlar, erkekler, partiler, cemaatler, okullar, dershaneler, rutin tutuklamalar, genel aflar, redhackler, gizli dosyalar, PKK’lar, Barzani’ler, yeni adaylar, eski adaylar…

Siyaset ile entropi arasındaki kadim çelişki geliyor yine aklıma. Birisi düzeltmeye uğraşırken, diğeri ‘doğal olarak’ bozuyor işleri. İstenilen ve görülen o ki, amaç herkesi eşitlemek, birörnekleştirmek, aynılaştırmak, aynalaştırmak… Aslında herkes kardeş, herkes aynı yolun yolcusu. Herkes birbirinin iyiliğini istiyor. Amaç memleketi kalkındırmak. Öndeki taksiyi kovalayan taksiyi kovalayan taksiyi kovalayan taksi kadar haklı herkes. Öndekinin ‘yamuğu’ olmasaydı, hiçbir şey bozulmayacaktı, bundan emin herkes.

Böyle durumlarda kitaplara vermek istiyorum kendimi. Gözlerimi ve beynimi bir anlığına kapatıp ‘düşünen’ birilerine kulak vermek… Bir dakika sonra alarmın çalacağını bile bile kafayı yastığa gömmeye benziyor, dünyaya benimle aynı açıdan bakmayan birine sığınmak. Bu açıdan hem hiçbir şey gibi hem de her şey gibi oluyor. Yaşamaya benziyor. Ölmekle sonuçlanıyor. İnsan düşünmeden edemiyor.

Edemiyor da… niye herkes kendini bu kadar önemsiyor? Neden herkes herkesi kendine benzetme arzusu ile yanıp tutuşuyor?

“Günümüzde herkesin boyun eğdiği bir okuma ve ayrımlama sistemi oluşturabilmek amacıyla tamamen toplumsallaştırılan ve nesneleştirilen değer göstergelerinin hepsi, kendiliklerinden denilebilecek bir şekilde gerçek bir ‘demokratikleştirme’ sürecine yol açmamaktadırlar. Tek bir referansa boyun eğme zorunluluğunun sanılanın tersine ayrımlama arzusunu kamçıladığı görülmektedir. Başka bir deyişle, herkesin birbirine benzemeye çalıştığı bu sistemde giderek yaygınlaşan yepyeni bir hiyerarşi ve ayrımlama saplantısıyla karşılaşılmaktadır. Bir takım engelleyici toplumsal ahlak kuralları, etiketler ve dilyetileri saf dışı edilirken; nesneler dünyasında bunların yerini yepyeni engeller, yani yadsıması olanaksız maddi bir sınıf ya da kast ahlakının aldığı görülmektedir. ‘Yaşam düzeyi’ denilen temel kural günümüzde herkesin kolaylıkla anlayabileceği türden evrensel bir anlam ve algılama düzeni oluşturup hiyerarşik listede yer alan tüm toplumsal grup ve düşünce biçimlerinin birbirleriyle hiç zorlanmadan ilişki kurmalarını sağlasa bile saydam bir kurala benzediği söylenemez. Yalancı bir saydamlıkla, yalancı bir insan ilişkileri tablosu sunan bu temel kuralın gerisinde yer alan gerçek üretim düzenine ait yapılarla, açıklaması zor toplumsal ilişkilerin yer aldıkları görülmektedir.” [2]

Baudrillard, bizi kırk beş sene önceden uyarıyor…  Aynılaşmanın, içi öfke dolu bir ayrılaşmaya evrilmesinin kaçınılmaz olduğunu söylüyor. ABD’nin Irak’a demokrasi ‘getirmesini’ istemeyen herkes, önce anne-babasını, sonra arkadaşlarını, sonra karısını/kocasını, sonra çocuklarını, sonra… tanıdığı herkesi ‘kendisine dönüştürmeye’ uğraşıyor.

Hiç aynı olmadan, hepimiz ayrı kalsak, gerçekten, kıyamet mi kopuyor?

[1] Dış politikaya hiç girmiyorum, söylemi bile başımı döndürmeye yetiyor. Son birkaç haftanın kısa ama kapsayıcı bir özeti için sizi ŞÖYLE alalım.

[2] Jean Baudrillard, Nesneler Sistemi, (çev.) Oğuz Adanır ve Aslı Karamollaoğlu, 1968/2011, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Kitabevi, s. 238.

Comments Off on aynılaştırı(lı)rken ayrılaşmak

Filed under Genel

Comments are closed.