Bruce Baba’nın sesiyle haykıralım: “The road to hell is full of good intentions!”
Her şey masum bir tweet ile başladı. Zoom’uydu, telefonuydu, mesajıydı, e-postasıydı… türlü yollardan bana ulaşıp “Hocam, çevrimiçi eğitimde de tatilde de kapanmada da hiçbir şeye konsantre olamıyorum. Normalde yaptığım işler bile yük gelmeye başladı. Bir türlü elimdeki işi/kitabı/filmi/diziyi bitiremiyorum. Siz de öyle misiniz? Bir tek ben mi böyleyim?” minvalindeki haklı serzenişlerini ileten öğrencilerime topluca, “merak etmeyin arkadaşlar, çoğunluk sizin durumunuzda, ben de öyleyim. Kapanmayı tatille, boş zamanla karıştırmaya başladık oysa hepimiz hastalıktan korkuyoruz, ‘normal’ hayatlarımızı özlüyoruz, gelecek için kaygılıyız. Bu durumda yeni bir şeyler üretemiyor veya bir şeylere konsantre olamıyor olmamız bence gayet normal” demek için zararsız bir tweet atmak istemiştim aslında.
Sonra bir baktım “like”, bir daha “like”, bir daha “like”, aynı anda 5-10 tane “like”, sonra yüz tane “like”, sonra bin tane “like”…
İpler orada koptu bende.
Ne oldu, fenomen mi oldum? Yakında tweet’lerim arasına makyaj malzemesi reklamı mı alacağım? Talk-show’lar peşimde mi koşacak? Ecnebi kökenli bir televizyon kanalında beş erkekle birlikte kadın hakları üzerine mi laflayacağım?
Bugüne dek en çok etkileşim almış tweet’i iki yüz elli like olan bir adamım ben. Kapanma boyunca yaptığı “şarkı listesi” – sağ olsunlar – çekirdek takipçileri dışında yüzüne bakılmamış; mubi.com öven tweet’i hasbelkader bir takipçi toplamış; hayatı boyunca televizyona/radyoya çıkma teklifini bir-iki defa almış, kendi halinde, mütevazi bir akademisyenim ben.
Allah aşkına söyleyin, şöyle bir yüzüme baktığınızda, söylediği herhangi bir şeye on bin küsur kişi tarafından onay verilecek biri gibi duruyor muyum sahiden? – Onu bırakın, söylediği herhangi bir şey on bin küsur kişi tarafından beğenilince, söylediği şeye dönüp bir daha bakma ihtiyacı hisseden biri gibi gelmiyor muyum size de?
Haneke ve Trier filmleri arasında Nietzscheci bir bağlantı noktası yakalamaya çalışan fularlının biriyim ben abi!:)
İlk tweet’i gönderdiğim dün sabahtan beri şok içindeyim. Twitter’a girmekten korkar bir haldeyim. Attığım tweetleri silmemek, account’umu ateşe vermemek için kendimi zor tutuyorum inanın. Yanlış anlaşılmaktan, birilerini incitmekten, birilerine olumlu/olumsuz bir şey ifade etmekten bile çekiniyorum an itibariyle. Popülerlik kim ben kim? Sosyal fobim, paniğim ve kaygım, kapatılma sürecinin bile ötesinde şu anda…
Bu nedenle, lütfen izin verin, meramımı Twitter’ın karakter sınırına takılmadan birkaç başlıkta toparlayayım:
- 29 Nisan-17 Mayıs arasındaki kapanmanın ama onun da öncesindeki on beş ayın verdiği yorgunluk, yoğunluk, kısıtlanma duygusu, disipline ediliyor olmak ve en önemlisi de belirsizliğin getirdiği gelecek kaygısı, hepimizi perişan etmiş halde. Ben dünkü Tweet’i attığımda, daha bugün hangi yasakların devam edeceği, hangilerinin kaldırılacağı bile belli değildi. Halihazırda aşı bekleyen elli milyondan fazla insan var ve bu aşıların önemli bir kısmının (eğer gelirlerse, CoronaVac ve Sputnik V’in) dünya çapında kabul gören bir geçerliliği – şimdilik – yok.
- Böyle bir ahval ve şeraitte, otorite figürü olarak gördüğümüz ya da bizim üzerimizde doğrudan hak/tasarruf sahibi olan birilerinin – ailelerimizin, işverenlerimizin, çalışma/sınıf arkadaşlarımızın – ekstra bir baskısına hiç de ihtiyacımız olmadan yeterince kaygımız, yeterince sorunumuz zaten var.
- “O ödevi yap,” “bu kitabı/makaleyi oku,” “şu çalışmayı tamamla,” “şu filmi/diziyi izle” gibi emir cümleleri, bunları gerçekten ağızlarından çıkaran insanlar olmasa bile zihnimizin en karanlık ve kuytu köşelerinde dolanıp duruyor zaten. Hepimiz sıkıldık. Hepimiz baskı altındayız. Hepimiz üretmesi gerekirken sadece tüketebilen – üstelik onu da kural koyucuların koyduğu sınırlar dahilinde yapabilen – bireyler haline geldik.
- “Yaratıcı” olmamız, “boş vakti” değerlendirmemiz, bir daha “böyle fırsatların” elimize kolay kolay geçmeyeceği gibi üst perdeden sözlere ne kadar ihtiyacımız olduğundan hiç emin değilim ben kendi adıma. Şahsen, attığım o dört tweet’te beni en rahatsız eden şey de, hiç tarzım olmayan şekilde üst perdeden, bilmiş bilmiş konuşma ukalalığı yapmış olmam zaten. Ben kimim ki, birilerine bu kadar net cümlelerle nasihat verme veya durum belirleme cesaretine kapılıyorum? Bu tonum/tarzım için içtenlikle özür dilerim. Kapanmanın verdiği sıkıntıma veriniz lütfen.
- Tweet’in altına gelen ve benim kabaca “özcülük eleştirisi” olarak tanımlayabileceğim meselede ise biraz arada kalmış vaziyetteyim açıkçası. Birkaç yıl öncesine kadar özcülüğün büyük bir günah olduğunu düşünüyor, perspektivizmin bizi kurtarabileceğine inanıyordum. Belki nedenlerini başka bir yerde yine konuşuruz ama şu sıralar bunun büyük bir hata olduğunu düşünmeye başladım. Hayatın ikircikli, anlaşılmaz ve tahmin edilemez olmasının, bizi biz yapan ve değişmesinin (hadi imkansız demeyelim ama) hayli zor olduğu bazı karakteristik özelliklerimizi zaman içinde dönüşüme uğratacağına artık inanmıyorum. “Neysek oyuz” demiyorum elbette ama çoğu zaman Gregory House Bey’e katılıp “people don’t change” emarelerini kendi hayatımda da dibine kadar hissediyorum. Bu nedenle, hayatında hiç yaratıcı olmamış bir insanın, bu kapatılma zamanını “bir boş zaman aktivitesi” gibi algılayıp bir anda yaratıcı birine dönüşebileceği inancı bana en hafif tabiriyle çok naif geliyor. Yeteneklerin gelişebileceğini mutlaka düşünüyorum ama herhangi bir konuda “sıfır yetenekten” “müthiş yeteneğe” doğru radikal bir yükselişin gerçekleşebileceği fikrine de katılamıyorum. Bir konuda yeteneğinizin olması, (1) onun farkında olduğunuz anlamına da (2) onu kullanabileceğiniz anlamına da (3) onu geliştirmek için yeterli hevese sahip olduğunuz anlamına da gelmiyor. Bu kapatılma zamanlarının, bireyi kendi içinde bir yetenek muhasebesine götürebileceği fikri ise maalesef her daim bedenimizi kaplayan kaygı nedeniyle bana çok mümkün görünmüyor. Kimseye “aptalsanız aptalsınızdır,” “akıllıysanız kapalı da açık da yırtarsınız zaten,” vs. demiyorum, diyemem ve daha önemlisi demem. “Zeki ama çalışmıyor” palavrası dışında herkesin bir yeteneği olduğu fikriyle kesinlikle hemfikirim. Sorun, bu kapanma zamanlarının, söz konusu yeteneği ortaya çıkartmak için elverişli olup olmadığı ise – ki bence öyle olmalı – işte orada maalesef olumsuz olmak zorunda hissediyorum kendimi.
- Bir eleştiri de tweet’te yer alan “cezaevleri” hakkında olmuş. Haklı olabilirler, bu sadece bir benzetmeydi ve içinde bulunduğumuz kapanma ile cezaevine düşmek arasındaki dev farkı elbette küçümsemiyorum. Aksine, belirtmek istediğim şey, yaratıcılığın kapanma ile artacağını düşünenler için en ekstrem örneği (mahkumluk) verip kendi görece rahat halimizle bunun arasında bir karşılaştırma zemini bulmaya çalışmaktı. Kemal Burkay’ın “ne güzeldir yollarda olmak şimdi”sinin, Sabahattin Ali’nin romanlarının veya benim için tüm siyaset teorisi tarihinin en orijinal çalışmalarından olan Antonio Gramsci’nin Hapishane Defterleri’nin pekala farkındayım. Sorun şu ki, bunların hepsi çok uç ve istisnai örnekler. Cezaevinde olan insanların “çoğunluğunun” bu isimler kadar yaratıcı olduğunu sanmadığım gibi, bırakın kapanmayı, normal zamanlarda bile birisine “bak Gramsci hangi şartlarda neler yazmış, sen neden yazmıyorsun?” diye sormanın da son derece anlamsız olduğunu düşünüyorum. Cezaevinde ya da dışında, kapanma altında ya da özgürlük halinde, bazı istisnalar elbette çok yaratıcı çalışmalar yapıyorlar ve yaptılar. Bağlamı o istisnalarınkiyle eşitlemek, sizi “daha yetenekli ya da onlar kadar yetenekli” kılar mı, işte ondan emin olamıyorum. Aksi nasıl iddia edilir zaten bilmiyorum ama tweet’imde ne cezaevindekilere karşı bir söylem ne onların durumunu hakir görme niyeti ne de onların koşullarıyla bizimkini denk tutma amacı vardır; umarım bu da tavrımdan, tonumdan ve niyetimden belli olmuştur.
- Son bir cümleyle, attığım tweet ne birilerinin atıllığını parlatma kaygısıyla ne de birilerine atıl kalma şevki verme amacıyla atıldı. Kaygının ortasında olmak nedir bilirim; eğer birileri, o tweet’ten birazcık rahatlık hissettiyse ne mutlu bana. Tam tersi, eğer incinen birileri varsa, umarım niyetimin bu olmadığı konusunda bir gün, açık bir havada karşı karşıya gelir ve sohbet edebilme şansı yakalarız. Şimdi müsaadenizle, izin verildiği kadar hava alabilmek üzere, kendimi yollara vuruyorum…