“Bu günlerden birinde,” der Nick Mason, “seni küçük parçalara ayıracağım.” [1]
Öfke dolar içiniz. Etrafınızda ne var ne yok hepsini parçalamak, küçük kırıntılara dönüştürmek istersiniz. Nefret için vardır bu dizeler, bu şarkı. Nefreti kusmak için.
Adım adım yükseldiğini düşünün suların.
Önce hissetmezsiniz. Sonra ayaklarınız ıslanmaya başlar. Yavaşça bileklerinize doğru çıkar sular.
Dizlerinize daha çok var…
Kömür ocağında neden çalışır ki bir insan? Birilerine göre, ‘hala kömür kullanan mı var?’
Klostrofobisi, panik atağı, kaygı sorunları, bir türlü üstesinden gelemediği obsesyonları olup ölü bedenlere televizyon ekranları korumasında göz yaşı döken plaza insanları… Klimaların etrafa saçtığı mikroplara antibiyotiklerle savaş açan ‘non-fat latteciler’… AVM’lerin yerden geçen elektrik hatları sebebiyle ayaklarına kara sular inen, ay sonuna yemek çeklerini bozdurma telaşındaki alışveriş uzmanları…
Bizler.
Ben.
Dizlere geldi sular ve hızla yükseliyorlar.
Şimdi, tam o anda, neler geçer ki insanın aklından? Hangi anılar? Hangi insanlar? Korku bastırır mı tüm bunları? Yanında dua mı gelir korkunun? Ne işe yarar ki bir dua, sular göğüs hizasına gelmişken?
Steven Wilson soruyordu: “Hiç duyduğun son sesin bir silahtan çıkacağını hayal etmiş miydin?” [2]
Duyacağınız son sesi hayal edin… Burnunuza gelecek son kokuyu… Ağzınızdaki son tadı… Dokunacağınız son teni… Aklınızdan geçen son şeyi… Hissedeceğiniz son duyguyu…
Daha önce sesini bile duymadığınız insanların çığlıkları… Suların nemiyle karışmış kömür kokusu… Gün ışığında yemenize izin verilmeyen kumanya… Daha önce adını bile bilmediğiniz insanların terli gövdeleri… Sevdikleriniz… Korku…
Sular yükseliyor…
Akciğerleriniz yalnızca havayı taşıyabilir; suyu değil. Su, akciğer ile havanın bağlantısını keser. Alveoller tıkanır. Otonom sinir sistemi çalışamaz hale gelir. Televizyonda gördüğünüzün aksine, boğulan insan çırpınamaz. Yardım isteyemez. Morarır. Gözleri dolar. Dokuları ve damarları şişer. Ama dışarıdan belli olmaz boğulmak.
Boğulan insan çırpınamaz.
Sessizce kapatır kendini vücut. Yokluğa karışmak için. Acı çekmemek için.
Eğer sekizinci günündeyseniz boğulmanın. Hala suyun dışına çıkartılmadıysanız, ölü yıkayıcıları bile bakmak istemez size. Normal hacminizin kat be kat üstünde, normal renginizin tonlarca koyuluğunda, insan görüntünüzün mesafelerce uzağındasınızdır artık.
Başınızda dikilen takım elbiseliler iğrenir sizden. Orada durmak zorunda olduklarındandır mevcudiyetleri. ‘Bitse de gitsek’ der, dilerler. Ölü kokusuna bile alışmıştır onlar. Hurafelerden dem vurmaktan gerçeğe yaklaşmışlardır içlerinde belki de, dışarıya hala aynıdır duruşları. Aynı cüretsizlik. Aynı hissizlik. Aynı kalabalık.
Dün Soma, bugün Ermenek, yarın başka bir yer…
Ölümler değil, öldürenler aynı.
Öldürülenler değil, bahaneler aynı.
Fıtrat değil, çaresizlik aynı.
[1] “One of These Days,” Meddle, Pink Floyd, 1971.
[2] “Arriving Somewhere But Not Here,” Deadwing, Porcupine Tree, 2005.