“Spartalılarla iki yıl savaştıktan sonra, Peloponnes Savaşı’nın ikinci yılında, Atinalıları bir araya toplayan Perikles, yalnızca imparatorluğu kaybetme değil, aynı zamanda ‘uygulamaları yüzünden ortaya çıkan düşmanlık ve çekişmelerin’ ceremesini çekme tehlikesiyle de karşı karşıya oldukları konusunda vatandaşlarını uyarmış. ‘Çünkü,’ demiş, ‘lafı dolandırmadan konuşursam, uyguladığınız şey bir zorbalık yönetimiydi. Belki buna başlamak yanlıştı ama şimdi vazgeçmek de bir o kadar tehlikeli.’
… Çıkmasına neden olan olaylara karşın, [Peloponnes Savaşı’nın] ‘en gerçek nedeni,’ Thukydides’in ünlü bir pasajında dediği gibi, ‘Atinalıların büyüyen gücü ve bu gücün Spartalılarda yarattığı korkuydu.’ Demek ki savaş bu ‘büyüyen güçlerini’ kendi çıkarları için daha çok kullanmaya Atinalıları zorladıysa da, boyunduruğu altında olanlara da isyan etmek ve kurtuluş için (Spartalılara) yeni fırsatlar yaratmıştı. Yaşanan çelişkinin ellinci yılında Cleon’un Atinalılara yaptığı uyarı Perikles’inkinden bile daha güçlü – ‘imparatorluğunuz bir despotluk yönetimi ve boyunduruğunuz altındakiler sizi sevmeyen isyancılar’ – ve olaylar onu haksız çıkartmamış. Savaşın sonunda, Lysander’ın komutası altındaki Spartalılar kuşatma altındaki açlık çeken şehirlerine kapandıklarında, Atinalılar, Ksenefon’un dediği gibi, kayıpları için olduğundan daha çok kaderleri için yas tuttu ve birçok ulusun icabına baktıkları gibi, şimdi de kendi icaplarına bakılacağından korktular. Şehrin düştüğünü gören bütün Yunanistan bayram etti ve şehirlerinden kovulmuş olanlar evlerine geri döndü. Thukydides bize tarihi yalnızca çağdaşı olan okurları memnun etmek için yazmaya koyulmadığını söylüyor. İnsanlık tarihinde bu tür olayların mutlaka tekrarlanacağını düşünerek, kendi Peloponnes Savaşı anlatısının ‘sonsuza kadar ayakta kalacağını’ umut etmeye cesaret etmiş. O yüzden memnun olacağını söylemiş, ‘eğer bu sözlerim geçmişte yaşanmış ve insanlık yaşadıkça, gelecekteki herhangi bir zamanda, çok da benzer şekillerde yaşanacak olan olayları açıkça anlamak isteyenler tarafından faydalı bulunursa.'” [1]
Peloponnes Savaşı’ndan bugüne iki buçuk bin yıla yakın zaman geçti. Atinalılar ve Spartalılar bu zaman içerisinde tarih sahnesinden ya silindi ya da başka kategorilerde kendilerini kimliklendirdi. Milyarlarca insan, binlerce savaşa tanıklık etti. Bu savaşlar bazen başka ülkeler arasında farklı halkları tanıştırdı bazen bir halkı birbirine düşürdü. Niyetler, amaçlar ve çıkarlar ise – aktörlerin farklı kimliklerine rağmen – pek bir değişiklik göstermedi. Birileri her zaman ezdi, birileri her zaman ezildi; birileri hep daha fazla güç istedi, birileri her zaman o artan gücün altında yaşam savaşı vermeye devam etti; birileri ipleri elinden hiç bırakmadı, birileri yeni makaslarla o ipleri kesme uğraşında canlarını verdi; bazı isyanlar başarıya ulaştı, çoğu tarihin romantik hikayelerine karışıp yok olmaya engel olamadı.
Ama zaman hep ilerledi.
Öyle anlar geldi ki, hiç bitmeyecekmiş gibi gelen zulüm, hiç gitmeyecekmiş gibi gelen despotluk tüm aczini bir gösteri nesnesine dönüştürerek, en zalim karikatürlerin bile resmedemeyeceği trajikomik anlarla silinip gitti. Çektirdikleri acıları, yarattıkları hayal kırıklıklarını, geri gelmeyecek canları arkalarında bir toz bulutu kadar geçici bırakarak.
İşte öyle zamanların hayalini kurarken aklımda David Gilmour’un şu dizeleri dönüyor – her zaman olduğu gibi…
“Biraz ilgi çekmek için kendini şehit etmen,
Hiçbir işe yaramayacak.
Çünkü çoğunluğun hiçbir önemi yoktur,
İçlerinden gerçekten doğru olanlar ayrıldığında.” [2]
[1] Marshall Sahlins, Foucault’yu Beklerken, (çev.) K. Güney, 1999/2008, Ankara: Periferi, s. 85-91 (kitaptan haberim olmasını sağlayan Orkun Develi’ye teşekkürlerimle…)
[2] David Gilmour, “Lost For Words”, Pink Floyd – The Division Bell, 1994, New York: Columbia Records.