marx’ın hayaletlerinden maraş’ın hayaletlerine

The time is out of joint. [1] Dünya kötüye gidiyor. Yıpranmış, ama yıpranmışlığı hesaba katılmıyor artık. Yaşlılık da, gençlik de kullanılmıyor artık hesaplarda. Dünyanın birden çok yaşı var. Ölçünün ölçüsü yok elimizde. Yıpranma artık hesaba katılmıyor, tarihin ilerleyişi içindeki tek bir yaş olarak hesaba katılmıyor artık. Ne olgunlaşma, ne bunalım, hatta ne de can çekişme. Başka bir şey. Başa gelen yaşa geliyor tam da, tarihin ereksel düzenine darbe indirmek için. Gelen, zamansız olanın göründüğü yer, zamanın başına gelir hep, zamanında gelmez yoksa. Vakitsiz, zamana ters bir şekilde gelir. The time is out of joint. Tiyatroya yaraşır bir deyiş, dünya, tarih ve siyaset sahnesine karşı savurduğu sözler Hamlet’in. Çağımız menteşelerinden çıktı. Her şeyin, ama ilk başta da zamanın, ayarı şaşmış gibi, adaletsiz, doğru değil ya da doğrudan şaşmış sanki. Dünya çok kötüye gidiyor. Atinalı Timon‘un (Marx’ın oyunu, değil mi?) başında Ressam’ın söylediği gibi, ‘Yıpranıyor, bayım, yaşlandıkça yıpranıyor.’ Bu kez de bir ressamın sözleri, sanki bir tablo ya da bir gösteri karşısında durmuş da konuşuyor… ‘Ozan: Uzun zamandır görmedim sizi. Nasıl gidiyor dünya? Ressam: Yaşı büyüdükçe yıpranıyor, bayım.'” [2]

 

Yaşı büyüdükçe yıpranıyor dünya.

Mekanların bir hafızası var mıdır? İnsanların?

Acının bir eşiği var mıdır? Acıdan hissizliğe, hissizlikten empatiye geçiş var mıdır? Cehennem’de Cennet vaadi var mıdır?

1970’lerden beri bir ‘büyük anlatı’ dolaşıyor dünyada: Çokkültürlülük (Multiculturalism). Birden fazla kültürü, etnisiteyi, kanı, ırkı, dili, dini kabul etmeyen ‘modern’ ulus-devletlerin aynı anda hem sınırlarını aşmalarını hem de sınırlarını başkalarına açmalarını salık veriyor. Halkının kültürel sınırlarını coğrafi sınırlarına eşitleyen milliyetçiliğin [3] ister istemez içerideki tek bir farklılıkla bile anafilaktik şoka girdiği, baştan sona türdeş bir güruhu ‘normal’ kabul ettiği iki yüz yıllık mirasını aşmak için farklılıkların önemini, onların zaman içerisinde türdeş olana da katkı yapabileceğini öne süren bir söylemi var. Bilhassa Avrupa’nın Orta Çağ acılarından kendilerini zor kurtarmış, onun Yakın Çağ acılarına ise hiç tanık olmamış Yeni Dünyalıların (ABD, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda vb.) “neden hep birlikte bir arada yaşayamayalım ki?” sorusuna verdikleri yanıt aslında. Her ‘Batı’ icadı gibi, ortaya çıktığı anda başka coğrafyalarda teste tabi tutulduğu da ortada…

Bırakalım İngiltere’si, Almanya’sı, Fransa’sı ile ‘Eski Dünya’ çokkültürlülüğün iflasını cümle aleme duyuradursun, bizim kendisine neden hiç yaklaşmamış (bile) olduğumuzu alalım mercek altına. Her icadı yakından takip eden, henüz icat edildiği yerde popülerleşmemişken eskiten mikro kültürümüz neden bulaşmamış bu çokkültürlülüğe acaba?

Akla gelen iki yanıt var. Birinci olası yanıt, içinde yaşadığımız toplumun, çokkültürlülüğü gerektirecek, hatta düşündürecek kültürel çokluğa sahip olmaması olabilir. Asya’dan Avrupa’ya, Bering Boğazı’ndan Amerika’ya her yere yayılan, kafatasları ölçüldüğünde göstergelerinde ‘Türktür’ yazan insanları hesaba katmazsanız (!), bu önerme çok mantıklı bir yanıta benzemeyecektir. [4] İkinci olası yanıt ise içinde yaşadığımız toplumun, çokkültürlülüğün salık verdiği farklılıklarla birlikte yaşayabilme söylemine paralel/benzer bir başka anlatıya halihazırda sahip olması ve bu nedenle de çokkültürlülüğe ihtiyacı olmaması olabilir. Mesela, “Türkiye’de ırkçılık yoktur”a ne dersiniz? Ya da “Türkler misafirperverdir”e? “Benim X arkadaşlarım da vardır” da olabilir belki bu? “Bizim komşularımız X”? “Biz zencileri severiz”? “Avrupa onları kovarken, Osmanlı Yahudilere kapılarını açtı”? “Hitler’den kaçan Alman profesörler Türkiye’ye koştu”?…

Bunların hepsi bilindik iddialar. Peki ne kadarı sahiciler?

Kaç kişi sadece mezhebi farklı (Sünni-değil) diye “pis” kabul ediliyor bu ülkede? Kaç ‘vatandaş’ Türkçe bilmediği için mahkemelerde kendini savunamıyor? Bu ülkenin bakanı değil mi “bunları bize bir Yahudi, bir ateist, bir Zerdüşt yapsa anlarım” [5] diyerek ‘düşmanlarının’ Sünni-Müslüman kimliğine ‘hayret eden’? Hrant Dink hangi gerekçe ile öldürüldü daha birkaç yıl önce? Dink’in katilleri kimlerle, nasıl poz verdiler Türk bayraklarının önünde? Hangi kutsal kitabı basanlar terörize ediliyor gönül rahatlığıyla Malatya’da? Sivas’ta neden yakıldı insanlar? Onlarca yıldır Allah’ın her cumartesi günü hangi anneler çıktı sokaklara hiç olmazsa oğullarının kemiklerini görebilmek için? Hangi din görevlisinin ardından ‘kız çocuklarını bir ayin sırasında kadın yapma’ “dedikodusu” [6] dönüyor? Kaç siyah giyen uzun saçlı genç ‘satanizm’ ile suçlanıyor? Kimin her küfründe bir ‘eşcinsellik’ iması mutlaka yer alıyor? Kimin endüstriyel sporu, futbol, her geçen gün daha fazla ırkçılık suçlamalarına sahne oluyor?

Maraş’a bakın, yalnızca üç gün önce…

Doğru ya da değil, haklı ya da haksız, Türkiye Dış Politikası’nın büyük bir başarısı veya büyük bir fiyaskosu… Sebep her ne olursa olsun, Suriye’deki savaştan kaçan bir milyona yakın insan yaşıyor Türkiye’de. En az iki yıldır burada bu insanlar. Konteynır kentlerde yaşıyorlar, devlet yardımı ile besleniyorlar, başka illere gidip yeni hayatlar aramak zorunda kalıyorlar, eskiye – evlerine – dönüş artık yalnızca hayallerinde yer alıyor. Belli bir sebepten – ama renklerinden, ama dillerinden, ama dinlerinden, ama mezheplerinden, ama fakirliklerinden, ama çekingenliklerinden, ama korkularından, ama zaten yabancılıklarından – buradaki insanlardan farklılar. ‘Biri’ değiller, ‘onlar’lar. Birey değiller, güruhlar. Hayatları boyunca hiç tanımadıkları insanlarla ‘aynı’ kabul ediliyorlar. “Bütün Türkler aynılar” kadar, diğer Suriyelilerle aynılar.

Bu insanları linç etmeye çalıştılar Maraş’ta. [7] Üç gün önce. Dindaşlıktan, Ramazan’dan, oruçtan, namazdan, niyazdan geçti Maraş’lılar… ‘Kendi hakları olan işlere Suriyelilerce el konulduğunu,’ ‘Suriyelilerin sokakta yol kesip haraç aldığını,’ ‘sokakta Türkçe konuşamaz olduklarını,’ ‘biz zaten Kürdüz burada hakkımız var diye kendilerini tehdit ettiklerini’ ve daha nice ‘gerekçe’yi öne sürerek sokaklara dökülüp Suriyelileri “linç etmeye” [8] kalkıştılar. İş maddiyata geldikçe ‘haklılıkları’nı arttırdılar, kameraları, medya desteğini topladılar. Daha bir önceki seçimlerde yüzde yetmişe yakın bir oranda [9] destekledikleri hükümet politikaları nedeniyle, bizzat Suriyeliler tarafından suistimal edildiklerini öne sürdükçe daha da ‘hak’lılaştılar.

Oysa… Oysa’yla başlayan çoğu cümle gibi geçmişe yakılan lüzumsuz bir ağıtla, daha otuz küsür yıl önce, 1978’te yakılmıştı insanlar Maraş’ta. [10] Çocuk, kadın, erkek… Mezhepleri farklı olduğu, Alevi oldukları, için birer birey olarak değil; bunu meşrulaştırmayacak ya, kin ile hataları nedeniyle değil, sadece ‘onlar’ oldukları için yakıldılar, kurşunlandılar. [11] Erkekler münafıklığı, kadınlar doğurganlığı, çocuklar geleceği temsil ettikleri için öldürüldüler Maraş’ta. Bugün onların ‘hayaletlerinin’ dolaştığı Maraş’ta, tarihten hiç nasibini almamış, dersini öğrenmemiş, hiç kimsenin acısı ile yüzleşmemiş insanlar başkalarını, ‘başka onları’ yakmaya kalktılar yine.

Mekanların hafızası var mı?

Peki insanların?

Hayaletlerin hafızası vardır umarım. Zira bu yıpranmış, “zembereğinden boşanmış” dünya zamanını biz yaşayanlar kurtaramayacağız. Bizi de pisletmiş bu dünya. Çivimizi çıkartmış. Hayallerimizi öldürmüş. Ruhumuzu içine çekmiş. Yaşlandıkça, yıpratmış. Yıprattıkça, kanımızı akıtmış. İçimizi boş bırakmış.

Dünyayı yeniden kendine getirmek için hayaletlere ihtiyacımız var bizim. Maraşlı hayaletlere. Sivaslı hayaletlere. Dersimli hayaletlere. Ermeni hayaletlere. Azeri hayaletlere. Yahudi hayaletlere. Bosnalı hayaletlere. Türk hayaletlere. Yunan hayaletlere. Sünni hayaletlere. Alevi hayaletlere. Ateist hayaletlere. Zerdüşt hayaletlere. Eşcinsel hayaletlere. Transeksüel hayaletlere. Göçebe hayaletlere. Mülteci hayaletlere. Azınlık hayaletlere. Hrant’ın hayaletine. “Çünkü ruh ve spirit olarak Geist aynı zamanda ‘hayalet’ anlamını da taşıyabilir” [12] ve ancak hayaletler, içinde yaşadığımız “zamanın ruhunu” tersine döndürebilir. Yalnız onları hatırlamak bizi kendimize getirebilir. Onları geri çevirmemeli insan… Kendinden ve dünyadan tiksinmiş, güvenini kaybetmiş insan, ne yazık ki yalnızca hayaletlerden medet umabilir…

 

[1] William Shakespeare’in Hamlet‘inde geçen ve Türkçe’ye çeşitli şekillerde çevrilmiş olsa da (“Dünyanın çivisi çıkmış,” “Dünya zıvanadan çıkmış”), Can (Yücel) Baba’nın “Zembereğinden boşalmış bir zaman bu” çevirisiyle kimsenin baş edemeyeceği ünlü söz öbeği.

[2] Jacques Derrida, Marx’ın Hayaletleri: Borç Durumu, Yas Çalışması ve Yeni Enternasyonal, A. Tümertekin (çev.), 1993/2007, İstanbul: Ayrıntı, ss. 123-124. (Kitabı edinmemi sağlayan Hande Gül Has’a sonsuz teşekkürler!)

[3] Ernest Gellner,Uluslar ve Ulusçuluk, B. Ersanlı (çev.), 1983/2008, İstanbul: Hil.

[4] Yeri gelmişken yıllardır aklımda olan bir soruyu da paylaşmak isterim: Milliyetçilik veya ırkçılık, adları üzerinde, belirli bir milleti ya da ırkı diğerlerinden ayırma ve bunu yaparken de, geri kalan milletlere/ırklara karşı belirli farklılıkları yüceltme süreçlerini içerir. Elbette bu iddiayı öne sürerken milliyetçilik ile ırkçılığı aynı kavramlarmış gibi algılamıyorum, ancak en ılımlısından en ırkçılığa yakınına kadar, kendini ‘diğerleri’ üzerinde yüceltmeyen bir milliyetçilik var mıdır sahiden? Peki buna rağmen hangi mantıkla, bazı Türkler dünyanın tümünün Türk olduğunu iddia eder? Milliyetçiliğin özündeki ayrıştırma pratiği bu insanlar için nerede başlar, nerede biter? Tüm dünya Türk olduğunda, milliyetçilik kime, neyi vaat eder?

[5] “Zafer Çağlayan: Ateist Yapsa Anlarım,” Radikal, 8 Mart 2014.

[6] Vergilius’un yüzlerce yıl önce yazdığı gibi, “bütün kötülüklerin en hızlısıdır dedikodu ve gezdikçe güç ve enerji bulur.” Vergilius, “Aeneid,” Dünya Mitolojisi: Büyük Destan ve Söylenceler Antolojisi içinde, D. Rosenberg (der.), K. Akten vd. (çev.), 1994/2006, Ankara: İmge, s. 218 (196-236).

[7] “Kahramanmaraş’ta ‘Suriyelileri İstemiyoruz’ Mitinginde Olaylar Çıktı,” Hürriyet, 14 Temmuz 2014. http://www.youtube.com/watch?v=Yugsc6w_Vyo

[8] http://www.youtube.com/watch?v=Yugsc6w_Vyo

[9] “Kahramanmaraş Oyların Partilere Göre Dağılımı ve Milletvekili Sayıları,” Hürriyet, 13 Haziran 2011.

[10] Orhan Tüleylioğlu, Kahramanmaraş Katliamı, 2009, Ankara: UM:AG; Aziz Tunç, Maraş Kıyımı, 2011, İstanbul: Belge.

[11] http://www.youtube.com/watch?v=sFUuQL6pgNw

[12] Derrida, a.g.e., s. 167.

Comments Off on marx’ın hayaletlerinden maraş’ın hayaletlerine

Filed under Güncel

Comments are closed.