Metallica’nın en ‘metal’ albümlerinin ortalığı sarstığı; Slayer ve Testament’in kendilerine has sertliklerini artık yeni üreyen death-black metalcilere bırakmaya başladıkları; Bay Area thrash metalinin ve teknik thrashin en saf, en baba ürünlerini birer birer ortaya çıkarttıkları (Cynic, Atheist vb.) ve elbette metal müziğin hala bir Anglo-Saxon hegemonyasına sahne olduğu o yıllarda, Kanada’nın övündüğü tek müzik başarısı Celine Dion’a, onun abartılan sesine ve progresif müziğin babalarından Rush’a dayanıyordu. Ancak Annihilator, Alice in Hell ile thrash metal sahnesine öyle bir dalış yapacaktı ki, kimileri kendisinden “Kanada’nın Metallica’ya cevabı” şeklinde bahsedecekti! Bugünden geriye bakıldığında ancak bir fantezi olarak görülebilecek bu önerme, 1988 yıllı … And Justice for All‘u dahi, kimi kritiklerde geride bırakmış olan Alice in Hell‘in o günkü sansasyonu düşünüldüğünde, hiç de fantastik gelmiyordu!
[embedyt] https://www.youtube.com/watch?v=pTYHYglem-M[/embedyt]
Albümü açan “Crystal Ann”, yaklaşık bir buçuk dakika süren, enstrümantal bir klasik-akustik gitar denemesiydi. Tüm 1990’lı yılları kapsayacak İskandinav metalinin oraya buraya sıkıştırmaktan zevk aldığı türden akustik geçişlerin ilk ve kesinlikle en başarılı ürünlerinden biri Jeff Waters’ın güzel aklından çıkmıştı. İkinci sıradaki “Alison Hell,” bu yüzden, albümün belki de ilk gerçek şarkısıydı ve o güne dek yapılmamış bir kombinasyonu sunuyordu dinleyicilerine: Son derece teknik gitar riffleri üzerinde baskın bir ritm bölümü ile devam eden bu düzenleme harikası şarkı, Randy Rampage’ın vahşi thrash vokalleri ile süsleniyor, bütün gitarları ve bass’ı üstlenen Jeff Waters’ın sahne şovuna dönüşüyordu. 03:28 itibariyle giren solo, ileride duyulacakların kısa bir özetini sunuyordu sanki. Değme blues gitaristine taş çıkartan Waters, metal sahnesine yeni bir dehanın geldiği müjdesini veriyordu. Eddie Van Halen’ı Judas Priest gitaristleriyle kaynaştırmış, Iron Maiden gitaristlerinden birer AC/DC elemanı yaratmış gibi duran Jeff Waters için o günlerde en sık kullanılan tanım da ‘heavy metalci bir blues gitaristi’ idi zaten! Annihilator tarihinde her daim önem taşıyan şarkı sözleri ise bu ilk şarkıda, korkudan uyuyamayan bir kız çocuğundan ve cehennemdeki Alice karakterinden dem vuruyordu.
Ardından gelen “Welcome to Your Death,” tam bir gitar şovu şeklinde geçiyordu. Bu şarkı, hemen arkasındaki “Wicked Mystic” ile birlikte, Annihilator tarihinin en-thrash-gibi-thrash bestelerini sunuyordu.. Her ikisinde de çekici melodiler, teknik bir stil ve kesik gitarlarla şekillendiriliyor; Ray Hartmann’ın davulları, genellikle saf thrash metal atakları aracılığıyla müziğe yediriliyordu. Bu açılardan, her iki şarkının da Jeff Waters’ın elinden çıkmış birer Megadeth şarkısı gibi duyulduklarını eklemek ve burada bir Megadeth paragrafı açmak zorundayım.
[embedyt] https://www.youtube.com/watch?v=XadnzskkNRs[/embedyt]
Bilinen o ki, 1992 yılında – Jay Reynolds’ın yerine – gitarist arayan Dave Mustaine, Diamond Darrel (Pantera) ve Marty Friedman ile birlikte Jeff Waters’a da gruba katılması için teklif götürür ve kendisini stüdyosuna davet eder. Ancak hem Darrel hem de Jeff, kendi gruplarını bırakmak istemedikleri için, bu teklifi geri çevirir. Ancak, Dave Mustaine’in Jeff Waters aşkı ve ısrarı 1992 ile sınırlı kalmaz. 2000 yılında Megadeth’ten ayrılan Marty Friedman’ın yerine gitarist arayan Mustaine, aynı yıl Jeff Waters’a bir kez daha teklif götürür ancak sonuç yeniden hüsran (veya Al Pitrelli!) olur (ki diğer adaylar, Stef Burns ve James Murphy, henüz deneme aşamasında elenmiştir). 2004 yılına gelindiğinde ise Jeff Waters kendi internet sitesine, ünlü Megadeth şarkısı “Symphony of Destruction”ın solosunu çaldığı ve başında “this one is for you Dave” dediği bir video ekler! Belli ki bu kez Waters’ın canı Megadeth çekmiştir ama bundan ne yazık ki bir sonuç alamaz. Bugün artık her ikisi de kırklı yaşlarını süren bu iki dahi gitaristin, 20’li yaşlarında bir araya gelmiş olmaları fikri hala son derece heyecan verici ve ‘eğer olsaydı?’ sorusunun cevabını hala merak ettiren bir durum. Ancak ne yazık ki bu saatten sonra bir Jeff-Dave ürünü görmeyi dilemek bile biraz ütopik görünüyor. (Hadi bir de paragraf içi parantez olayına girelim: Megadeth’in 1992 yılında denediği bir diğer gitarist de, o yıllarda henüz 16 yaşında olan, ancak bu yaşına rağmen Dave Mustaine’i olağanüstü yeteneğiyle etkilemeyi başarmış olsa bile, yaşının küçüklüğü sebebiyle gruba alınmayan Nevermore gitaristi Jeff Loomis’tir. Bugün herkesin yere göğe sığdıramadığı Chris Broderick’in, yanında maymuna döndüğü Loomis, bir şekilde Megadeth’e girmiş olsaydı neler olabilirdi, hayal etmesi bile çok zevkli. Ama yine de olayın en iyi şekilde kapatılmış ve Marty Friedman’ın gruba katılmış olduğunun da eklenmesi gerekiyor.)
Beşinci şarkı “Burns Like A Buzzsaw Blade”e geldiğimizde, bu kez thrash metalden çıkıp, daha çok speed diyarlarına uğradığımızı fark ederiz. Rampage’ın tuhaf vokallerinin en çok yakıştığı şarkılardan biri büyük ihtimalle ‘Buzzsaw’dır ve Jeff, bundan yararlanmayı gayet iyi bilir. Ardından gelen “World Salad,” gayet geyik sözlerin üzerine yerleştirildiği sağlam bir thrash bestesidir. Jeff, bass gitarı iyice ön plana çıkarır ve bu kez – ileride kendisini bir fenomene dönüştürecek – ‘bebek riffler’ini oraya buraya saçmakta hiçbir sakınca görmez. (‘Bebek riff’ diye tanımladığım şeyin ne olduğunu açıklamak aslında çok zor olsa da, şöyle bir deneme yapabilirim: Bebek riff’ler, ana riff’lerin aksine bir melodiyi ya da bir bestenin gövdesini taşımak yerine, ana riff’lerin arkasına serpiştirilmiş, küçük, etkili ve akılda kalıcı ufak gitar numaralarıdır; gitar licklerinden bir adım daha gelişmiş, ana riff’lerden ise bir ölçü daha kısalmış gibi durur.) 03:02’den itibaren duyulan gitar solosu da aynı şekilde ileride Jeff’in trademark’larından olacak blues-vari bir denemedir ve dinlemesi cidden çok zevklidir!
[embedyt] https://www.youtube.com/watch?v=yfVowvsqYXg[/embedyt]
“Schizos Are Never Alone (Parts 1 & 2)” ise albümün ikinci enstrümantal şarkısı ve bence Alice in Hell albümünün baş tacıdır. Ortalıkta Jeff Waters’ın da bir şizofren olduğu konusunda yığınla spekülasyon mevcut ve eğer buna inandırıcı bir kanıt gerekiyorsa, bu şarkının kolaylıkla ‘delil’ olarak kullanılabileceğini söyleyebilirim. Şarkının üçüncü dakikasından sonrasının nasıl bir beyine ait olabileceğini aklım gerçekten hiçbir biçimde almıyor!… Schizos’tan sonra duyulan “Ligeia,” ünlü korku edebiyatçısı Edgar Allen Poe’nun bir şiirinden esinlenen, standart bir thrash metal şarkısıdır. Şarkı, karısını berbat bir hastalığa kurban verdikten sonra evlenen bir adamın yeni karısının da aynı hastalıktan ölmesi gizemine dayalıdır. Albümü kapatan “Human Insecticide” ise inanılmaz bridge-koro geçişlerine ve mükemmel melodilere sahip thrash-imsi bir speed metal şarkısıdır. Nedense, bu şarkının Pentagram’ın bir çok şarkısına benzediğini düşünürüm ancak bunda bir kötü niyet olduğunu hiç sanmıyorum. Gerçekten çok güzel, sert ve sağlam bir bestedir. Şarkı, bu müthiş debut albümü kapatmak için eşsiz bir seçimdir!
Birçoklarına göre Alice in Hell, Annihilator’ın gelmiş geçmiş en iyi albümüdür. Hatta bazılarına göre bu albüm, Annihilator’ın ‘tek’ iyi albümüdür. Hiç şüphesiz, her iki önerme de, benim için geçerli, hatta ciddiye alınası bile, değildir! Alice in Hell, harika bir debut, mükemmel bir thrash metal albümü ve zamanının çok ötesinde bir kayıttır. Ama Annihilator’ın en iyi albümü olmaktan fersahlarca uzakta, bol tekrarlı ve belki de yaratıcılıktan en az nasibini almış albümüdür (Remains gibi çok kötü bir albümden bile daha az yaratıcılık içerir bence!). Öyle ki, albümün, gelecek yılların habercisi olması dışında, bana fazla bir şey verdiğini de iddia etmem sanırım mümkün değildir!