Bana göre Annihilator tarihinin en iyi albümü Set the World On Fire’ın ardından gelen dört yıla türlü kadro değişiklikleri, bir drum machine (!), bir vokalist olma denemesi, bireysel çalkantılar ve çok daha önemlisi King of the Kill (1994), Refresh the Demon (1996) ve Remains (1997) gibi felaket üç albüm sığdıran Jeff Waters, 1997-1999 arasını nekahat dönemi ilan etmişti. Bu süreç sonrasındaki planıysa hazırdı.
Önce bir yıl kadar dinlendi, müzikle ilgili hiçbir şey yapmadı. Ardından kendi ifadesiyle ‘yeniden şarj olmak için’, oturduğu yere konsere gelen Slayer’ın bir şovuna gitti. Konserden eve döndüğünde gitarını eline aldı. Aradan geçen bir yıl, onu paslandırmıştı. Pratik yapmak için eski albümlerini tek tek dinleyecek, tüm şarkılarını yeniden çalmaya çalışacaktı. Bu dinleme-tekrarlama seansında, eski eşinden boşandı. Bu, onda belli bir öfke patlaması ve yeniden kendine-gelme sağladı. Öncelikle kendi vokalini bu müziğin içine sokmaktan, sonra da drum machine’den vazgeçti. Gitarlar ve bass’lar yine ona ait olacaktı ama hem vokal hem de davul için, eski dostlara ihtiyacı vardı. Alice in Hell‘deki havayı tekrar yakalamak istiyordu ve bunun için yapılacak en iyi şey, o kadroyu tekrar bir araya getirmek olacaktı. Bu nedenle hem vokalist Randy Rampage’a hem de davulcu Ray Hartmann’a gruba yeniden katılmalarını teklif etti ve olumlu yanıt aldı. Kafasında Alice in Hell ile Never, Neverland‘e bir tür geri dönüş, belki de bir tribute yapma fikri oluşmuştu. Sözler ise bolca eski karısına ithaf edilecekti! Annihilator, battığı bataklıktan, düştüğü çukurdan çıkarılmak zorundaydı. Sağlam bir güce ihtiyaç vardı ve bu gücü bir kez daha, Jeff Waters’ın dehasında bulacaktı!
Criteria for A Black Widow, iki yıllık aradan sonra – belki de Set the World on Fire‘dan bu yana geçen altı yıldan sonra – ilk defa, gerçek bir thrash metal bestesiyle açılacaktı. “Bloodbath,” sağlam gitar riffleri, harika davul partisyonları ve mükemmel-uzun solosuyla tam anlamıyla gerçek bir thrash metal bestesiydi. Öyle ki bir ropörtajında Jeff, bu şarkının, kendisine gereken enerjiyi verdikleri için, Slayer’a yaptığı bir tribute olduğunu söyleyecekti. İkinci şarkı “Back to the Palace,” Never, Neverland‘i açan şarkı “The Fun Palace”a hem müzikal hem de sözel anlamda göndermelerle süslenmiş, bir başka thrash şarkısıydı. Bir sonraki beste “Punctured”ın da aynı yolda devam ettiğini söylemek hiç de zor olmaz; zira etkili ve teknik riffleri, sürekli değişen yapısı ve harika vokalleri ile tüm Annihilator besteleri içinde sivrilebilecek kadar iyi bir şarkıydı! Fakat bu üç retro-besteyi bitiren ve bana göre yeni Annihilator’ı başlatan şarkı, dördüncü sırada yer alan, albümün isim şarkısı olacaktı. Bir başka deyişle, Criteria for A Black Widow’un ilk üç şarkısı Annihilator kokan thrash şarkıları olsa da; albümün geri kalan thrash kokan Annihilator besteleri olacak, ve bu albümden sonra çıkacak şarkıların nasıl bir yolda gideceğinin de bir göstergesi olacaktı. Yalnızca bas gitarlarla giren ve 02:26’ya dek gitar bindirmeleri ile devam eden dördüncü şarkı, bu saniyeden sonra gerçekten olağanüstü bir hal alacak, inanılmaz bir melodi ile evrilecek, harika bir soloyu dinlettirecek ve kesinlikle çoktandır unutulmuş yaratıcılığı geri getirecekti. Albüm o kadar başarılıydı ki, Criteria for A Black Widow‘u takiben, Alice in Hell‘de ilk iki partını dinlediğimiz “Schizos Are Never Alone Part 3” devreye girecek, albümün en sağlam yanlarından biri daha gün yüzü görecekti. Bir başka şizofrenik eser daha ortaya çıkmıştı ve bu kez devamı da geliyordu. “Nothing Left,” Schizos’u taçlandırırcasına, deli bir besteye sahip, iniş çıkışları ile insanı mest eden harika bir thrash metal bestesiydi. Ancak onun da en iyi yanı, ortamı bir sonraki harika şarkı “Loving the Sinner”a mükemmel bir şekilde hazırlamış olmasıydı. Iron Maiden-vari bir melodi üzerine işlenmiş sağlam heavy-thrash riffler, bir anda beliren müthiş arpejler ve en önemlisi bu arpejlerin üzerine serpiştirilmiş süper clean vokaller! “Herkes bazen sıçar ama her şeyin de bir sonu vardır” diyen Rampage, belki de Jeff’i anlatıyor, “Snake in the Grass”a sağlam bir selam çakıyor, ve geri döndüğünü belirtiyordu! Bu geri dönüşe inanmamak, kayıtsız kalmak ise gitgide zorlaşıyordu, zira “Double Dare” bol kroslu girişi ile kulaklara hücum etmeye başlamıştı bile. 02:00 civarında susan müzik, güzel arpejleri sıralıyor ve 03:15 itibariyle (bariz bir Iron Maiden-“Hallowed Be Thy Name” arağı olsa da!) albümün en başarılı melodisini sunuyordu. “Sonic Homicide” böylesi kaliteli bir şarkıyı takip etmenin zorluğu ile hemen hiç uğraşmıyor, kendi başına tekrar tekrar dinlenilesi bestesi ile bu süper albümde bile ışıldıyordu. Endüstriyel denemeler yalnızca vokal efektleri ile sınırlı tutuluyor, harika bir solo devreye giriyor ve Jeff Waters yine delirircesine riff üretiyordu. Bu şarkı, bebek riffler anlamında Annihilator tarihinin en iyilerinden biriydi! Üst üste gelen sert şarkılardan yorulmuş bünye, albümü kapatan yumuşacık enstrümental “Mending” ile kendine gelecek, belki de albümü yeniden dinleme isteği uyandırmayı sağlayacaktı. Şurası çok kesindi: Annihilator geri dönmüştü!
http://www.youtube.com/watch?v=4-1kCnFmXvs
Criteria for A Black Widow dört başı mamur bir Annihilator albümüydü. Jeff Waters bir kez daha beklenmeyeni başarmış, tek kelimeyle olağanüstü bir eser meydana getirmişti. Aynı dönemlerde çıkan Testament-The Gathering, Destruction-All Hell Breaks Loose ve Artillery-B.A.C.K. albümleri ile birlikte Annihilator, thrash metalin yeniden yükselişini müjdeleyen gruplardan biri olmuştu. Ama hepsinden öte, kendi megalomanisinden kurtulan bir Jeff Waters’ın, hala bu dünyaya gelmiş geçmiş en yaratıcı gitarist ve bestecilerden biri olduğu, bir defa daha kanıtlanmıştı!