annihilator – metal (2007)

2006 yayımladıkları Ten Years in Hell DVD’si iyi bir arşivlik olsa da, fazla bir numara içermiyordu. Zaten 2006’yı Annihilator için ‘anlamlı’ kılan da dvd’nin kendisi değil, dvd sırasında ortaya atılan haberlerdi. İlk olarak, şu sıralar bir ‘peri masalı’ hikayesi sonucunda Dream Theater’da baget sallayan Mike Mangini davullara geri dönmüştü ve bu kez kendi partisyonlarını, kendisi yazabilecekti. Ancak daha önemlisi, Annihilator 2007 yılında yayımlayacağı yeni albümünde, bir underground all-star kadro ile çalışacak; daha doğrusu, birbirinden ünlü metal camiası fertlerini şarkılarına konuk edecekti. Liste öylesine kalabalık ve öylesine göz alıcıydı ki, metal müzik dinleyen herkes yeni Annihilator albümünü dört gözle bekler olmuştu. Albümün ismi de belki bu beklenti doğrultusunda Metal olarak seçilmişti. Beklentiler yüksek, istenilenler çok fazlayı belki ama bu Jeff Waters’dı ve daha azını beklemek, ona saygısızlık olacaktı.

Albüm, benim en fazla merak ettiğim misafirle, Nevermore’dan Jeff Loomis ile açılıyordu. “Clown Parade,” sağlam thrash riffleri üzerine inşa edilmiş, basbayaa iyi bir açılış şarkısıydı. Dave Padden’ın vokallerinin en çok yakıştığı şarkılardan olan “Clown Parade”i diğerlerinden ayırıp albümün en iyisi haline getiren ise hiç şüphesiz ‘misafir’ sayesinde ‘aşmış’ mertebesine yükselen gitar soloları idi. Jeff Loomis bir kez daha, kendi hayranlarını ihya etmiş, büyük ihtimalle yepyeni fanlar kazanmıştı. Zira 01:47’de girip 02:38’de son bulan o müzikal tatmin aracı solo, Loomis’in kendi kariyerinde bile ilk beşe oynayacak kadar sağlam anlar ihtiva ediyordu. Her daim iyi sololar yazmış olan Jeff Waters bir kez daha iyi bir solo ile Loomis’e eşlik edecekti ama bu kez sahne tamamen Loomis’e aitti. Albümün bu şekilde açılması, benim açımdan hem iyi hem de kötü oldu. İyi oldu, çünkü yüksek-yüksek beklentilerimi dahi karşılayan bir şarkı dinleyerek albüme başlamıştım; ancak, kötü oldu, çünkü bu kez albümün geri kalanı için yükselttiğim çıta şimdiden arşa dayanmıştı ve albüm bir kez daha Loomis’i misafir etmeyecekti! İkinci şarkı “Couple Suicide,” mid-tempo bir şarkıydı ve Danko Jones ile Arch Enemy’nin eski vokalisti Angela Gossow’un düetine sahne oluyordu. İlginç olan, erkek vokallerin, kadın vokallerden çok daha ‘feminen’ olmasıydı ve sırf bu tezatlık bile şarkıyı dinlenir kılsa da şarkının altyapısı Annihilator için fazlasıyla basitti. Bir ana melodi ve ufak bir lead’den başka hiçbir şey içermeyen şarkıda, dikkati çeken fazla bir şey bulmak bir hayli zor görünüyordu. Anvil’dan Steve ‘Lips’ Kudlow’un konuk olduğu “Army of One” ise bana göre albümün en kötü bestesine sahipti. Taa Set the World On Fire günlerinden “Bats in the Belfry”deki (zaten pek iyi olmayan) formül izlenilmeye çalışıldıysa da, bunda hiç başarılı olunamamıştı. Dave Padden rezil bir performans sergiliyor, ilkokul piyeslerinde kullanılabilecek bir nakarat ile mide bulandırıcı bir ‘misafir’ solosu kötülüğe tuz biber ekiyorlardı. Böylesi kötü bir şarkıyı, altı dakikanın bile üstünde tutmak nasıl bir mantıktır hala aklım almıyor açıkçası! Bir sonraki şarkı “Downright Dominate” ise bu durumu biraz da olsa kurtarabilmeyi başarıyordu. Children of Bodom’un beyni, gitarist Alexi Laiho kendi ropörtajlarında da belirttiği üzere en sevdiği gitaristlerden biriyle (ki bu hayranlığı Bodom’un “Chokehold (Cocked’N’Loaded)” şarkısında açıkça duyabilirsiniz!) çalışma şansını yakalıyor, bunu da başarılı sololar ile süslüyordu. Yalnız kulağı tırmalayan en büyük problem, Laiho’nun sololarındaki tonun şarkının genelinde kullanılan tondan farklı olmasıydı. Sanırım, Laiho solosunu Finlandiya’da kaydetmiş ve bir adet mp3 yardımıyla Jeff Waters’a göndermişti; keşke daha iyi bir miks ile bu sorun halledilebilseydi.

Beşinci sıradaki “Smothered” ise albümün en ‘Annihilator thrash’i şarkısıydı. Bunda The Haunted’dan Anders Björler’in katkısı nedir bilemiyorum – ki The Haunted’ı çok severim – ama iyi ki burada olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Never, Neverland günlerine adeta geri döndüren bu şarkıda, Dave Padden’ın dahi Coburn Pharr’a benzer bir stilde vokal yaptığını belirtmeliyim. 01:50’den sonra giren klavye desteği, Annihilator için cesur bir denemeydi ve Mike Mangini büyük ihtimalle hayatında ilk defa böylesi thrash-death partisyonlar çalıyordu. Ardından gelen “Operation Annihilation,” geyik sözlerine karşın daha ilk saniyesinde Arch Enemy’den Michael Amott’a ait olduğunu hissettiren mükemmel soloları ile tekrar tekrar dinlenilesi bir şarkı haline geliyordu. Dave Padden bir kez daha ‘eh işte’ bir performansa imza atmaktan çekinmiyor, Mike Mangini özüne dönebiliyordu. Keşke bestenin kendisi biraz daha iyi olabilseydi de bu tekrarlı dinlemeler daha zevkli bir hal alabilseydi. Yedinci sıradaki “Haunted” ise bence albümün en sağlam bestesine sahipti ve In Flames’in kurucu (ve eski) gitaristi Jesper Strömblad ile taçlandırılmıştı. Neredeyse tam bir thrash yapıtı olan şarkının ana melodisi Carnival Diablos zamanlarını hatırlatıyordu. Kendi grubunda solo at(a)mayan Strömblad’ın bu şarkıya ne gibi bir destek verdiğinden emin değilim ama bu uzunca şarkının, kısacık bir bölümüne “Ritual”dan (veya In Flames-“Minus”tan!) bir pasaj katmış olsalar, çok daha güzel olacağına eminim. Trivium gibi geyik bir gruptan Corey Beaulieu’nun konuk olduğu “Kicked,” Refresh the Demon günlerinden kalma gibi duran, yine geyik bir şarkıydı. Mangini’nin mükemmel atakları da olmasa hiç çekileceğe benzemiyordu. Alexi Laiho için daha önce bahsettiğim ton problemi, bu şarkıda da geçerliydi ve bu kez Beaulieu’nun solosu – Laiho’nunkinin aksine – hiçbir şeye de benzemiyordu! Hayatımda ilk defa duyduğum Lynam grubunun kurucusu olduğunu tahmin ettiğim Jacob Lynam’ın gitar çalarak ve vokal yaparak yardım ettiğini düşündüğüm(!) “Detonation” güzel bir davul atağı ile başlayan, ama ne yazık ki kötü bir şekilde devam eden garip bir besteydi. Nakaratın altına yerleştirilmiş riffler ve solo arkası melodi ciddi anlamda güzeldi ama keşke şarkı esas olarak bu melodilerin üzerine inşa edilebilseydi. Albümü kapatan “Chasing the High,” Lamb of God gitaristi William Adler’ı içeriyor ve tam bir Annihilator bestesi şeklinde cereyan ediyordu. Şarkı gerçekten başarılıydı. Alice in Hell günlerinden kalma bir besteyi, hatta 01:43-02:14 arasında birebir “Alison Hell”den alınan melodiyi içeriyor; 02:50’den sonra güzel bir arpej ile devam ediyor; 04:10’dan itibaren yeniden sertleşip, güzel sololar ile albüme noktayı koyuyordu.

 

Metal, metal camiasınca sevilen bir albüm olmadı. Beklentiler uçuk isimlerce, uçuk düzeylere çıkartılmış; sanki besteleri de bu isimler yapacakmış gibi saçma bir argüman üzerinde mutabık olunmuştu. Oysa besteler, belli ki o sıralar pek de verimli günlerinde olmayan Jeff Waters ve egosu tarafından ortaya çıkartılmış, onun tarafından düzenlenmiş ve o nasıl isterse öyle çalınmıştı. Eminim Waking the Fury (bile) bu isimlerle kaydedilseydi, sonuç yine beklentilerin altında kalacaktı. Belki aynı isimlerin dahil olacağı bir tür Annihilator-tribute albümü daha mantıklı, daha eğlenceli olabilirdi veya bestelerde yer almak isteyen konuklara izin verilebilirdi. Bunca ismin dahil edilmesi yerine, istekli ama daha az sayıdaki isimle çok daha sağlam, daha katılımcı bir sonuç elde edilebilirdi.

Ama unutulmamalı ki Annihilator, hiçbir zaman demokratik bir grup olmadı. İki yüz yıllık yönetim biçimini, siyasette baş tacı edenleri bile anlamayan ben; müzikte demokratik olma taraftarı hiç olmadım! Annihilator, her zaman Jeff Waters’dı ve öyle olmaya da devam etmesi, şüphesiz en hayırlısı. Kendi zamanı içerisinde bir thrash metal başyapıtı, bir heavy metal başyapıtı, bir ‘metal’ başyapıtı ve bir sürü güzel albüm üretmiş olan bir insanın, arada sırada çuvallama şansı her zaman olmalı ve belki de bu kötü zamanlar, onun daha iyi bir müzisyen olarak gelişip daha iyi ürünleri piyasaya sürmesi için gerekli de oluyor. Sonuç Waking the Fury olacaksa, Remains’e bile katlanmamak için yeterli bir neden göremiyor ve Annihilator’ın, metal müzik piyasasındaki en özgün, en içten, en kaliteli, en melodik ve en deli gruplardan biri olmasıyla da, o müziğin bir takipçisi olmaktan da gurur duyuyorum. Jeff Waters rulezzzz!!!…