annihilator – never, neverland (1990)

Aradan yalnızca bir yıl geçmesine karşın, Jeff Waters ikinci Annihilator ürününün de piyasaya çıkacağını müjdeler. Ray Hartmann (davullar) hariç, grup tamamen yenilenmiştir. Bu kez tüm gitarları üstlenmeyen Jeff, yanına ikinci gitarist olarak Dave Scott Davis’i ve bas gitarist Wayne Darley’i almakta sakınca görmez. Bana hiçbir zaman hitap etmemiş debut vokalist Randy Rampage ise yerini daha geniş bir ses yelpazesine sahip ve kesinlikle daha bir heavy metal vokalisti gibi duran Coburn Pharr’a bırakmıştır. İlk albümdeki “Alice in Wonderland” hikayesi ise, Peter Pan’ın “Neverland”ine dönüşmüştür! Never, Neverland bana göre, Annihilator’ın gerçekte yapabileceklerini ve dönüşmesi gereken şeyi göstermesi açısından eşsiz bir deneme ve kendisinden önceki, daha sonraları efsaneleşecek albümü de kesinlikle aşan bir ikinci albümdür. Jeff Waters açıkça gelişmekte, daha melodikleşmekte, ve daha ‘groovy’ besteler yapmaktadır.

Albümü açan “The Fun Palace,” müthiş arpejleri, kesik gitar riffleri ve bilhassa solosunun 03:46-04:08’lik – ileride de sık sık duyulacak – bölümü ile Annihilator tarihinin en iyi bestelerinden biridir! Ardından gelen “Road to Ruin” ise ilk yirmi-otuz saniyesi ile sıradan bir beste gibi görünse de, Jeff’in mükemmel bebek riffleri girdiği andan itibaren tam bir Annihilator şovuna dönüşür. Solo bir kez daha jazz-blues altyapılıdır ve 02:26’dan itibaren, o ana dek varolan en ‘groovy’ Annihilator ritmi kendini gösterir. Şarkının sözleri alkollü araba kullanmanın zararları ile ilgilidir ve bu Annihilator için hiç de şaşırtıcı değildir! “Sixes and Sevens,” ne yazık ki bu albümün en zayıf bestelerinden biridir. Biraz zorlamayla, kolaylıkla ‘basit’ diye nitelendirebileceğim bir riffe ev sahipliği eder ve üzerinde konuşulmaya da değmez. Ancak onun hemen ardından gelen “Stonewall,” bu kayıp dakikaları, dinleyene kolaylıkla unutturacak türde, inanılmaz bir Annihilator bestesidir. Biraz Iron Maiden, biraz da Judas Priest karışmış thrash metal için biçilmiş kaftandır. Yine o ana dek duyulan en iyi Annihilator solosunu içinde barındırır. 02:34’te başlayan solo, tuhaf bir biçimde “The Fun Palace”taki soloyo çok benzer bir pasaj içerir ancak bunun bir ‘kalıp’ (trademark) olacağı ileride zaten anlaşılacaktır. Albümün isim şarkısı, bir kez daha Iron Maiden etkilerinin bolca duyulduğu sağlam bir bestedir. 00:44’ten sonra ise tam bir Annihilator klasiğine doğru evrilecektir. Albümün en iyi bestesi, ve benim de en çok dinlediğim Annihilator şarkılarından biridir. “Imperiled Eyes,” garip senkopları, sağlam davulları ile değişik bir denemedir ama bu denemenin amacına ulaştığını iddia etmek pek de anlamlı olmaz. Aynı argümanı, bir başka tuhaf şarkı “Kraf Dinner” için de kullanabiliriz. Her iki şarkıda da, bugün progresif diye dillendirilmekten zevk alınan, thrash metal için kabullenilmesi zor bir takım denemeler bulunur. “Kraf Dinner”ın benim için en garip özelliği ise 01:44-01:53 arasında duyulan solonun – sonu hariç – aynısının, yalnızca iki şarkı sonra (“Reduced to Ash”te) yeniden duyulacağıdır! Bir sonraki beste “Phantasmagoria,” esasen ilk albümden dahi önce çıkmış demoda yer almaktadır ve yine tuhaf bir şekilde, üzerinde çok az değişiklik yapılmasına karşın, ancak ikinci albümde kendine yer bulabilecektir. Şarkı hiç şüphesiz Never, Neverland‘in en thrash şarkısıdır; resmen, Alice in Hell‘den çıkma gibi durmaktadır. Ancak asıl olayı kesinlikle tekniğinde saklıdır. O zaman için ‘uçuk’ denilebilecek bir besteye sahip olan “Phantasmagoria,” Annihilator diskografisinin altın noktalarından biridir. Bu iddialı besteyi takip eden “Reduced to Ash,” ne amaçla yazıldığını açıkça belli eden, ve benim en sevdiğim, Annihilator şarkılarından biridir: solo! Belli ki Jeff Waters’ın solo atası gelmiştir ve 01:29-02:09 arasındaki kırk saniyeyi, ellerinin izin verdiği her tür melodiye ev sahipliği yapması için ayırmıştır! Muazzam bir solodur ve ben açıkçası, şarkının geri kalanında ne olup bittiğini hiç hatırlamıyorum… Son şarkı “I Am in Command” ile bir kez daha thrash metalin sularına döneriz. Jeff Waters arşivinin seçmece riffleri ile bezeli şarkı, zamanın gitaristlerini kıskandıracak şekilde teknik ve bir o kadar da melodik gitar numaralarına yer verir. Bu şarkının yarısını bir albümde yapamayıp, tonlarca albüm satan nu-metal çocuklarının atası (varsa böyle bir şey?), böylesi muazzam bestelerden doğmuştur. Solo bir kez daha ‘tanıdık’ bir tondadır ama bu defa olay gerçekten hem gerçek hem de bebek rifflerde gizlidir. Jeff Waters bir defa daha hayran olunası bir iş başarmıştır.

İki yılda iki mükemmel thrash-speed-heavy albümü tamamlayan Annihilator, o günlerin en popüler metal grubu Judas Priest’in destek grubu olarak bir turneye çıkar. Bu turne sırasında Alice in Hell yazısında bahsedilen Megadeth teklifi Jeff’e gelecektir ama öyle anlaşılıyor ki Jeff Waters’ın beynindeki tilkiler çok daha fazlasını ve daha önemlisi farklısını ön görmektedir. Teklif reddedilir, zira sırada Annihilator tarihinin – bence – en iyi albümü vardır! Fırtına zamanı gelmiştir…