mastodon – emperor of sand + cold dark place (2017)

İnterneti bir zaman-ölçüsü birimi olarak kullanmak istediğim her defasında, aklıma hep aynı benzetme geliyor: ‘Eskiden albümün jelatinini açarken heyecanlanırdım, internetten beri daha albüm çıkmadan tüm şarkılarını dinlemiş oluyorum.’

Yine öyle oldu.

Albümden ilk sızan “Sultan’s Curse”ü dinlemiş ve yorumumu soran öğrencilerime, ‘sonunda neredeyse ağlayacak gibi oldum’ demiştim. Şimdi o öğrencilerim mezun oldu ve kendilerine bir internet mesafesinde uzağım ama şimdi anlıyorum ki, aslında yeni Mastodon albümü Emperor of Sand’e hiç de o kadar uzak değilmişim.

Mastodon’u en son bıraktığımda, 2014 mahsulü albümlerinin müzik camiasında bir çığır açmış ve en sert metal/rock türlerinin bile nasıl rahatsız etmeden pop-laşabileceği göstermek anlamında Once More ‘Round the Sun’ın (2014) bir devrim yapmış olabileceğini söylemiştim. İki yıldır bunun türlü örnekleriyle karşılaşıyor ve o ürünlerin hepsinden daha çok Mastodon’un yeni albümünü merakla, ‘acaba bu kez ne yapacaklar?’ heyecanıyla, bekliyordum. Emperor of Sand’i – Mart’tan bu yana sızan, sızmayan şarkılarıyla –dinlediğimden beri, aynı sorunun değiştirilmiş versiyonu ile cebelleşiyorum: ‘Acaba şimdi ne yapmışlar?’

Mastodon, kelimenin her anlamıyla, kafası dumanlı bir grup. Brent Hinds’in kendine has uçmuşluğundan söz etmiyorum sadece; davulcularını ana vokal yapacak kadar riske açık olmalarından, albümle aynı yıl bir EP piyasaya çıkarabilecek kadar amatör oluşlarından, Grammy Ödüllerine madde etkisi altında çıkmalarından veya bu noktaya gelmek için dördü birden bir karavanda yaşama kararlarından falan da bahsetmiyorum… Mastodon’un yaptığı en manyakça şey, herkesin kendini ve kendi hayat hikayesini dünyanın en özel olayıymış gibi aldığı, her bir yaşam öyküsünün birer biyografi eseri zannedildiği ve herkesin o ‘boklu’ hikayesinin “oh my god it is so special, thanks for sharing and we really appreciate your courage to share this story with us” nidaları ile karşılandığı bu bireylerin dünyasında [1], başlarından ne geçiyorsa onları anlatmaları aslında! Önce Crack the Skye’da (2009) Brann Dailor’ın 14 yaşında intihar eden kız kardeşinin hikayesini dinlemiştik onlardan, şimdi de son iki yıldır hepsinin ailesinde/yakın çevresinde yaşadıkları kanser/ölüm/tedavi süreçlerine gönderme yapan bir konsept sunuyorlar bize.

Eğer bu rezil dünyanın rezil bencilliğinin bir şekilde kırılabilecek çatlakları olduğuna inanıyorsanız, işte o çatlaklardan canları çektiği gibi sesleniyor Mastodon…  Sırf bunun için bile bağırlara basılmayı hak ediyorlar ama elbette tek neden bu değil.

Once More ‘Round the Sun’da kaldığımız yerden devam ediyoruz aslında. Müzikte tam da orada bıraktığımız bir pop-laşma, daha doğrusu dinleyiciye daha kolay hitap edebilme eğilimi sürüyor. Clean vokaller, geride kaydedilmiş (aksaklıkları bile saklanmış) davullar, daha temiz gitar tonları ve bolca synth duyuluyor tüm albümde. Ancak bu kez sanki bir sentezi deniyor grup. Konseptin ağırlığı mı yoksa başka bir sebebi mi var bilemiyorum ama ben burada ciddi bir Crack the Skye-vari progresiflik hissediyorum [2]. Bir yanıyla olabildiğince dinleyici-dostu, diğer yanıyla olabildiğince dinleyici-düşmanı. Ama her haliyle Mastodon’u hissettiren bir albüm Emperor of Sand. Öncülünü bir adım ileri götürebilmek adına yapılabilecek en iyi hamleyi – köklerinden ödünç almayı – denemiş ve bundan da gayet başarıyla ayrılmış olduğu kesin.

[embedyt] https://www.youtube.com/watch?v=Og39iIBeOHI[/embedyt]

Albümü açan “Sultan’s Curse,” tüm konseptin üzerine yazıldığı çöl bedevisinin lanetlenişi ile başlatıyor hikayeyi. İlk dinlediğimde gözlerimi dolduran Brent’in inanılmaz solosuna gelene kadar oldukça sert ve önceki dönem albümleri anımsatan bir riff üzerine kurulu şarkı, son bir dakikasında zirve yapıyor. Önce söz konusu riff’i azıcık çarpıtıp resmen acılı hale getiren grup (ki burada devreye giren “your feet have been tied and your tongue in your hand / death of a thousand ravens” sözleri de acıyı katlıyor), Brann’ın davul atağından sonra adeta arabeskleşen bir solo ile şarkıyı nihayete erdiriyor. Brent sanki David Gilmourculuk oynuyor… Hemen sonrasında ortaya Poptodon’un en keyifli yüzlerinden “Show Yourself” çıkıyor: akıcı, çabuk ve radyo-dostu. “Precious Stones,” pop vokalleri devam ettirse bile, uğursuz arpejleri ve 02:00 civarında giren melodisi ile İsveç Death Metalini andırmaya başlıyor. “Steambreather,” albümdeki en psychedelic tınıları içinde barındırarak bu metalik esintiyi dengeliyor ama tuhaf bir biçimde, şarkı son derece sert bir bölüm ile kapanıyor. “Roots Remain/Enos” bu sertliği yaklaşık 40 saniyelik bir nefeslenme molası ile dindirecek gibi yaparken, şarkının esas girişi gümbür gümbür bir Stoner riff ile gerçekleşiyor. Bu şarkı, Once More ‘Round the Sun ile hedeflenen şeyin, Mastodon müziğini nerelere götürebileceği konusunda en fazla ipucunu barındırıyor. Progresiflik, bir ideal olarak Mastodon müziğine çerçeve çizmek yerine, doğrudan cisme/maddeye bürünüyor.

[embedyt] https://www.youtube.com/watch?v=kXvjiXnC0C0[/embedyt]

“Word to the Wise,” görece basit riffi ve doğrudan çarpan nakaratı ile öne çıkıyor ama albümde akılda kalıcılık adına zaten var olan genel problemi en çok gün yüzüne çıkartan şarkı da oluyor. Sanki bu olumsuzluğu kırmak adına grup en ilginç hamlelerinden birini, sıradaki şarkı “Ancient Kingdom”da yapıyor ve Troy Sanders’ın gırtlak patlatan vokallerini yıllar sonra bize yeniden sunuyor. Nakarattaki riff, feci şekilde Stoner-laşmış Iron Maiden kokuyor ve bu sert vokallere rağmen şarkıdaki pop havası hala sürüyor. Mastodon’un kendi müziğine ne kadar hakim olduğu bu şarkıda açık biçimde ortaya çıkıyor. “Clandestiny” her albümde olan bir geleneği, uzun ve melodik solo-rifflerini, Emperor of Sand’e taşıyor ve albümdeki en iyilerden biri oluyor. Troy’un vokalleri yine ön planda ama bu defa şarkı çok daha yumuşak sularda yüzüyor – hatta synth etkisi doruğa ulaşıyor. Brent’in bir başka enfes solosu şarkıyı – çoğu insanın favorisi olan – “Andromeda”ya ustaca bağlıyor. Lock Up’ın yeni vokalisti Kevin Sharp’ın konuk olduğu şarkı, bence arpejli rifflerin ve albümün konseptiyle uyuşan bir atmosferin ifade edilmesine rağmen, albümün zayıf halkalarından biri oluyor. Esas zayıflığı ise kendisinden sonra gelen, kısa ama etkili, “Scorpion Breath”in “işte Mastodon bu” dedirtecek kadar marka haline gelmiş müthiş gitar riffi duyulduğunda ortaya çıkıyor. Her albümün konuğu Scott Kelly (Neurosis), bu şarkıda yine kısa ama oldukça etkili bir vokal ile arzı endam ediyor. Albümü kapatan “Jaguar God,” bu Heidegger-vari hikayenin sonunu getiriyor. Bu kez (muhtemelen Mike Keneally tarafından çalınan) akustik gitar eşliğinde üzerimize yağan arpejler, önce bir kapı gıcırtısı ardından da sarmalayıcı vokaller ile başlayan şarkı, yavaş yavaş işleniyor. Üst üste binen vokal bölümleri, sertleşen gitarlar, 04:25 itibariyle ‘en eski’ Mastodon’a göz kırpan kırılma anı, çığlıklar ve en sonunda da arkadan gelen yağmur eşliğinde yeniden yumuşayan müzik (solo gitar ve piyano dokunuşları), albümün kapanışını enfes hale getiriyor. Alışmak için biraz zaman isteyen “Jaguar God,” ayrıcalıklı Mastodon diskografisinin en iyilerinden biri oluyor.

[embedyt] https://www.youtube.com/watch?v=Rx4pGM1EHqo[/embedyt]

Emperor of Sand burada bitse de, Mastodon’un 2017’ye sakladığı müzikal hazine, Cold Dark Place isimli EP ile devam ediyor. Ekim’de piyasaya sürülen bu dört şarkılık EP’nin önceden Emperor of Sand ile birlikte çift albüm olarak çıkacağı ihtimalinden söz ediliyordu ama sound’undan kapak tasarımına kadar her şeyiyle – ve en önemlisi de konseptiyle – ondan farklı olan Cold Dark Place, bence ayrı bir incelemeyi kesinlikle hak ediyor. Acılı bir hikayeyi grubun bütününün yaşadığı tecrübelerle bir ortak çaba olarak resmetmiş olan Emperor of Sand’in karşısında Cold Dark Place, Mastodon tarafından çalınmış – neredeyse tamamen – bir Brent Hinds ürünü aslında. İlkinin kapak tasarımı bile Brann’a aitken, bu EP kapağından prodüksiyonuna kadar Brent’e ait görünüyor [3]. “Toes to Toes” hariç, diğer üç şarkı Once More ‘Round the Sun dönemlerinde Brent tarafından yazılmış, o zamandan bugüne pişmeleri için bekletilmiş ve son birkaç dokunuşla EP formatında sunulmuş.

EP’yi açan “North Side Star,” akustik pasajıyla (ki bu riff inanılmaz derecede Santana’nın “Put Your Light On”una benziyor) bu kez metalik bir dokunuşu da olmayan pop sularında yüzerek başlıyor ama Brent’in Ozzy’nin nezle olmuş hali gibi söylediği sözlerden itibaren Mastodon giysisini üzerine geçiriyor. Çok katmanlı yapısı ve sürekli değişen müziğiyle, benim adıma Mastodon Top-5’ime rahatlıkla oynayabilecek şarkı, sözleri ve metamorfoz geçiren bridge-nakarat arkası müziğiyle beni benden alıyor. 03:10 sonrasında resmen bir düzenleme dersi veren şarkı, “You and I, we could expire / Right here and now, wouldn’t matter at all / I can’t clean this blood off my hands / I can’t get the stains out, I tried / But maybe if we look ahead / We can clear this wreck to the side” gibi, ilk etapta son derece ‘cheesy’ gelebilecek sözlerine rağmen, büyüleyici bir yapıya bürünüyor. “Blue Walsh” Brent’in country denemelerinin üzerinde oynayan ama sanki Once More ‘Round the Sun ile The Hunter’ın (2011) evliliğinin gayrimeşru çocuğu gibi duran bir şarkı olarak tınlıyor. “Toes to Toes,” farklı gitar oyunları, alkışlar ve yine country-tipi kalıplar içerse de “North Side Star”ın aksine, düzenleme konusunda üzerinde fazla çalışılmamış bir yap-boz gibi duruyor. Fikirler iyi ama bir araya gelince olmamışlık hissi, insanı rahatsız ediyor. EP’yi kapatan “Cold Dark Place” atmosferik yapısı ile öne çıkıyor. Kapakta, ormanın içinde ve ay ışığı altında kendi kendine bir şeyler yazan adamın dinlediği bir şarkıyı andırıyor adeta… Sessizliğe yakın ama hala Mastodon.

Grup 2017’yi böyle kapatıyor: Toplamda 15 yeni şarkı, bir yepyeni konsept ve bir önceki albümde yakaladıkları devrimci çizginin üzerine kattıkları yeni eklemeler…  On yıl sonra, Emperor of Sand ve Cold Dark Place ikilisinin Mastodon diskografisinde nereye oturacağını kestirmek şu anda güç ama 2014’te açılan yolun iyi bir takipçisi olduğunu söylemek abartılı olmayacaktır herhalde. Hatırda kalır şarkı sayısının azlığı ve belki biraz da acılı konseptin getirdiği ‘dinleyiciyi kendinden uzaklaştırma havası’ sizi lütfen yanıltmasın. Bu albüm, üzerinde durulmaya değer ve her zamanki Mastodon deliliğinde bir çalışma. Sadece kendi janrını değil, müzik endüstrisinin büyük bir bölümünü uzunca süre meşgul edebilecek kadar da iyi.

 

[1] İnsanın aklına ister istemez Adorno ile Horkheimer’ın şu sözü geliyor: “İnsanlara benlikleri, tümüyle özgün ve herkesinden farklı bir benlik olarak armağan edilir ki, herkesinkiyle aynı olması iyice sağlama alınabilsin.” Theodor W. Adorno ve Max Horkheimer, Aydınlanmanın Diyalektiği: Felsefi Fragmanlar, (çev.) N. Ülner ve E. Ö. Karadoğan, İstanbul: Kabalcı, 1944/2010, ss. 30-31.

[2] Bu hissiyatımın kaynağının, Mastodon’un bu albümde yeniden Crack the Skye’da çalıştıkları prodüktör olan Brendan O’Brien ile çalışmış olmaları olduğunu sonradan öğreniyorum.

[3] Bu kez prodüktör koltuğunda Brendan O’Brien’ın yanında Nick Raskulinecz de oturuyor ve biz bu ismi Once More ‘Round the Sun günlerinden zaten hatırlıyoruz. EP’nin – dövmesini yaptırmak isteyebileceğim kadar – muazzam kapağını ise Richey Beckett çizmiş durumda.