mastodon – once more ’round the sun (2014)

İddiam odur ki, bugün dinlediğimiz müzikler içerisinde, hala aktif olan ve aynı anda hem bugünün hem de geleceğin müziğini şekillendiren altı grup var: Rush, Radiohead, Tool, Porcupine Tree, The Mars Volta ve Meshuggah. Belli bir kalitenin üzerindeki müziğin en popülerinden en ekstremine kadar hemen hemen tüm örneklerinde, bu grupların farklı ölçeklerdeki etkilerini izleyebilirsiniz. Bu örneklerden bazıları söz konusu altı grubun taklitleri olmaktan öteye gidemezken, diğerleri onların izini takip eden oldukça başarılı ve özgün müzikler sunabiliyor.

Kendi adıma Mastodon’u her zaman bu ikinci kategoride değerlendirmiştim. Progresif rock, metal, teknik/matematik dokunuşlar ve sludge’ın enfes uyumunu sundukları ilk albümleri Remission‘dan bugüne, çıkarttıkları her albümde üzerine biraz daha koyarak ilerleyen ve hiçbir albümü bir diğerine benzemeyen Mastodon, öyle sanıyorum ki yepyeni albümü Once More ‘Round the Sun ile kendisini, saymış olduğum altı grubun yanına bir yedinci olarak eklemeyi başardı. Bu albüm, daha önce çıkan hiçbir şeye benzemeyen ve kendisinden sonra yayımlanacak hemen her albüme esin kaynağı olabilecek kadar iyi ve orijinal bir ürün! Mastodon’un kendi içindeki on beş yıllık evriminin tepe noktası.

Tüm ekstrem müzik tarihindeki en iyi işlerden biri.

“Tread Lightly”nin basit akustik taramaları ile başlıyoruz. Albümdeki en sludge-vari riffler şarkının hemen başında toplanıyor. Troy Sanders ve Brent Hinds’in ağır güneyli aksanları çok çekici. Ama esas numara, albümün geri kalanına hakim olacak groove’un ilk ipucunda yatıyor: “Tread Lightly” 03:20 ile 04:05 arasında ev sahipliği yaptığı muhteşem doğu ezgileri ile adeta doruğa ulaşıyor. Zaten hemen sonrasında Brann Dailor’ın davulları bizi albümün ve Mastodon diskografisinin en groovy şarkısı “The Motherload”a taşıyor. Bu şarkının “this time, this time, things’ll work out just fine; this time, this time we won’t let you slip away” sözlerini içeren (ve Dailor tarafından söylenen) nakaratı, bir rock grubunun en baba pop şarkıcılarını kıskandıracak kadar iyi bir nakarat yazabilecek evrimsel ilerleyişten alnının akıyla nasıl çıkabileceğinin canlı bir kanıtı. “The Motherload” gerçekten insanı kafa sallamaya, yerinden kalkmaya teşvik edecek kadar iyi bir şarkı. Zaten hemen ardından gelen ve albümden sızan ilk şarkı olma özelliğini taşıyan “High Road”un gerçek değerini gösterememesinin nedeni de bizzat o. Oysa “High Road” içerdiği süper lead gitarlar ve yine doğu patentli melodiler ile başlı başına çok iyi bir beste. Tıpkı kendisinden sonra gelen albümün isim şarkısı gibi! “Once More ‘Round the Sun,” bir yandan mükemmel vokalleri ile gerçekten çok başarılı bir brit rock ürününü andırırken, Dailor’ın enfes davul partisyonları ile yeniden Amerika topraklarına dönüp albümün babalarından “Chimes At Midnight”a çok başarılı bir geçiş yapıyor. “Chimes At Midnight,” Mastodon tarihinin en psychedelic dakikaları ile karşılıyor bizleri. Adeta Gilmour-öncesi bir Pink Floyd bestesi dinliyoruz. Süper gitar licklerinin üzerine oya gibi işlenmiş muhteşem Tool-umsu riffler, paslaşan vokallerin yarattığı progresif atmosfer ve sonlara doğru giren harika melodi, şarkıyı Mastodon diskografisinde ayrıcalıklı bir yere oturtuyor. “Asleep in the Deep,” İsveç sosu bulaşmış bir pop şarkısı gibi geliyor “Chimes At Midnight”ın hemen ardından. Tuhaf biçimde Mastodon, albümün en pop-vari şarkısını aynı zamanda albümdeki en uzun ikinci şarkı olarak belirleyerek, dinleyiciyi bir kez daha ters köşeye yatırıyor. “Asleep in the Deep”teki birbirinin üstüne yerleştirilmiş vokaller (bazı yerlerde neredeyse Chris Cornell’a kayıyor), hiç şüphesiz şarkıyı önceki Mastodon ürünlerinden kolayca ayırt edilebilecek bir yere konumlandırıyor. Bir kez daha çok tuhaf biçimde, grup bu ayrıksılığa harika bir kamuflaj buluyor. Zira hemen ardından gelen “Feast Your Eyes”ın girişi adeta Blood Mountain şarkılarından biriymiş (mesela “Bladecatcher”mış) gibi duyuluyor. Albümün en progresif rifflerinden biri sanki alelade bir gitar alıştırmasıymış gibi geliyor kulağa ama Mastodon ile tanışıklık, bu durumu garipten öte, ‘sıcak bir tesadüf’ olarak değerlendirmenize yol açıyor. Şarkının ikinci kısmındaki Katatonia benzeri riff de, Mastodon yaratıcılığına gerçekten çok yakışıyor. Sıradaki “Aunt Lisa,” benzer bir formülasyonu ve Blood Mountain benzerliğini içerse de, bu kez her şey kulağa çok daha farklı geliyor. Şarkının math-metal ritmi, scream’e kayan vokal eşlikleri, tuhaf efektlerle bezenmiş psychedelic dokunuşları ve elbette son bir dakikada duyulan Amerikalı cheerleader tezahüratlarına benzeyen değişik vokaller ile birleştiğinde “Aunt Lisa” adeta Mike Patton’a ait bir ürün haline geliyor – öyle ki şarkı, zaten hem riffleriyle hem de koro vokalleriyle Faith No More’un “Be Aggressive” isimli şarkısını inanılmaz andırıyor. The Coathangers isimli kadın rock grubunun yarattığı hava, çocuksu, eğlenceli Mastodon karakterinin oluşmasına yardımcı oluyor. “Ember City” bizleri bu havadan çıkartmayı başarsa da, harmonik ve katmanlı vokallerine ve albümdeki en iyi gitar solosunu içermesine rağmen, “High Road”un yaşadığına benzer bir şanssızlıkla kendisinden çok daha iyi iki şarkının arasında kalıyor. Hemen ardındaki “Halloween,” Crack the Skye‘dan bir şarkı gelecekmiş gibi hissettiren melodik başlangıcının aksine, bir kez daha suları pop’a doğru akıtıyor. Basitlikte bulunan güzellik, “Halloween”ı tarif edecek en güzel tanımlama gibi duruyor. Enfes riffler, enfes vokaller, sürekli melodi değiştiren bir lead gitar, süper bir solo ve elbette 02:45’te giren muhteşem ötesi, groovy, crunchy riff!!! Mastodon’un riff yazma konusundaki becerisi onu Kyuss mirasçısı gruplardan bile öteye yerleştiriyor. Ancak “Halloween”daki bu riff, müzik tarihine altın harflerle işlenecek gibi duruyor. Ve albüm, Neurosis vokalisti Scott Kelly’nin yardımlarıyla, en bilindik Mastodon tadına kavuşarak sona eriyor: “Diamonds in the Witch House.” Progresif, atonal, aksak ve karmaşık. Leviathan dönemi Mastodon kadar sert veya hızlı değil belki ama en az o dönemkiler kadar ‘dinlemesi zor’ bir şarkı “Diamonds in the Witch House.” Albümün geneli düşünüldüğünde, grubun dinleyicileri üzerinde bırakabileceği ‘genel basitlik’ (tabi ki bunu Mastodon standartlarında söylüyorum) hissini bertaraf etmek ve ‘istesek yapabiliriz’ demek için yerleştirilmişe ve bu anlamda misyonunu başarıyla tamamlamış olduğuna inanmamak için herhangi bir sebep göremiyorum.

[embedyt] http://www.youtube.com/watch?v=jWFWazj7Ud8[/embedyt]

Şunu söylemeliyim ki, Once More ‘Round the Sun, bildiğimiz Mastodon’dan oldukça farklı, daha kolay dinlenebilir, daha kolay anlaşılabilir ve kesinlikle daha akılda kalıcı bir albüm. Pop, rock, metal, sludge, progresif, math, psychedelic gibi birçok sıfatı içinde barındırmasına rağmen, albümden hala ‘kolay’  ve ‘akıcı’ sıfatlarıyla bahsedebilmek bile, aslında belki de albümü en iyi tanımlayacak özellik. Aynı anda hem kompleks hem de basit, hem zorlayıcı hem de kolay anlaşılır, hem farklı türleri içeren hem de kendisini bir bütün olarak sunmayı başarabilen ve hem köklerine sadık hem de devrimci derecede yaratıcı bir albüm yapabilmek, ancak ve ancak Mastodon gibi bir elin parmaklarını geçmeyecek özel gruplara ait bir referans. İşte sırf bu nedenle, yalnızca Mastodon’un gelişimini izlememiş dinleyicilere bile çok şey vaat edebilecek ve onları eski albümlere yönlendirecek bir albümden değil, aynı zamanda onların bu ‘ustalaşma’ sürecini bu kadar büyük bir başarıyla kotarabilmelerini izleyen müzisyenleri de derinden etkileyecek ve onlara Mastodon-vari albümler/şarkılar hazırlayabilecek bir albümden bahsettiğimizi, üstüne basa basa tekrarlamak gerekiyor.

Mastodon, bu albümle birlikte kendi müzikal janrını, bir paradigma haline getirmeyi başarıyor.

Artık ekstrem müzikte bir de Mastodon paradigması var ve bu paradigmanın gelişimine tanıklık edebilmiş olmaktan hem gurur duyuyor hem de kendimi çok şanslı hissediyorum. Eğer Mastodon’a ilk defa bir şans verecekseniz bu albümden başlamanızı, ancak önceki albümlere hemen geçmemenizi öneririm. Koskoca bir devrimcinin özümsenmesi biraz zaman alacaktır takdir edersiniz ki…