warrel dane – praises to the war machine (2008)

This Godless Endeavor’ın (2005) underground piyasada olağanüstü bir yankı uyandırması, Nevermore’a albüm sonrasında bolca tur programı ve konser sağladı. Bu konserlerin birini The Year of the Voyager adı altında albümleştirecek olan grup, yorucu turnelerin ardından kendilerine bir ara vermenin daha iyi geleceğini düşündüler. Bu dinlenme sürecinde, Nevermore’un iki ana bestecisi Warrel Dane ve Jeff Loomis, uzun süredir planladıkları solo albümlerini tamamlama ve piyasaya çıkarma fırsatı da buldular. Elini çabuk tutan Warrel oldu ve 2008’in ilk aylarında Praises to the War Machine dinleyicileri ile buluştu.

Öncelikle albüm hakkında biraz bilgi vermek lazım. Warrel Dane’in aklına böyle bir solo albüm çıkartmak geldiğinde konuştuğu ilk kişi olan (Soilwork’ün o güzel zamanlarından bir anı olarak kalan) Peter Wichers, bu albümde gitarları çaldı, şarkıların yazımına Warrel Dane ile birlikte %50’lik katkıyı yaptı ve dahası albümün prodüktörlüğünü de üstlendi. Prodüksiyon konusunda, Wichers’ın bu ilk denemesinin ortalama olduğunu söyleyebilirim. Adam iyi bir besteci ve gerçekten iyi bir gitarist. Soilwork’ün ilk albümleri, var olan bir türde (o zaman için melodik İsveç death metaliydi bu) mümkün olabilecek kimi orijinal fikirleri bulabileceğini ve bunları güzel şekilde bestelere işleyebileceğini göstermişti. Prodüktörlüğün bu yaratıcılık kısmını çok başarılı şekilde Praises to the War Machine’e aktardığını söylemek zor ama en azından sound anlamında kötü bir iş çıkarttığını düşünmüyorum. Bestelerin tamamını kotaran Warrel Dane ve Peter Wichers ikilisine, bas gitarda Nevermore’un da bas gitaristi olan Jim Sheppard, davullarda Soilwork’ün, Scarve’ın, Devin Townsend Project’in ve sayısız albümün davulcusu Dirk Verbeuren, ritm gitarda da eski HIMSA gitaristi Matt Wicklund eşlik ediyorlar. Müzisyenliğin üst seviyede olduğu es geçilmemeli.

Şarkılara gelince, tek tek ilerlemek en mantıklısı.

“When We Pray”, kesinlikle bu albümün ilk şarkısı olmalıymış ve zaten tam da orada yer alıyor. Warrel Dane’in eşlik etmesi çok zor – ama bir o kadar da başarılı – vokali, harika sözleri (örn; “dualarından sonra hiçbir şeyin değişmiyor olması, seni hayal kırıklığına uğratıyor mu?”), ve barındırdığı iki harika ötesi riff ile, başlangıçta albüm için büyük ümit veriyor. Sert ve başarılı bir heavy-thrash metal şarkısı. İkinci sıradaki “Messenger”da, Nevermore’un dahi gitaristi Jeff Loomis konuk gitarist olarak beliriyor. Aslında sağlam bir heavy metal şarkısı ama bu kez tüm spotlar Loomis’in ve attığı solonun üzerinde. Bunu bir handikap olarak kabul etmek ne kadar mantıklı kestiremesem de, şarkıdaki bir hayli sağlam ana melodinin biraz güme gittiğini söylemem gerekiyor. Nakaratı dinlemek bir mecburiyet! Üçüncü sıradaki “Obey” biraz tuhaf bir şarkı. Ne Soilwork’e ne de Nevermore’a benziyor. Ne tam bir heavy şarkı ne de rock’a kayıyor. Bu sebepten başta yadırganıyor ama birkaç dinleyişte alışılıyor. Üstelik, neredeyse ‘bütün şarkı böyle mi gidecek?’ diye hayıflanırken, 02.04’te harika bir sürpriz de dinleyiciyi bekliyor. Yine de albümün zayıf halkalarından biri olduğunu; Wichers’ın prodüktörlük konusunda henüz pek de işinin ehli olmadığını gösterdiğini belirtmek durumundayım. “When We Pray”den sonraki en iyi şarkı, dördüncü sırada bir cover olarak karşımıza çıkıyor: “Lucretia My Reflection”. Warrel’ın goth rock hayranlığını In Memory ep’sindeki Bauhaus medleyinden bilen dinleyiciler için seçilen grubun Sisters of Mercy olması şaşırtıcı değil. Üstelik şarkı da orijinal haliyle bile çok başarılı, ritmik ve dinlerken eşlik edilesi türden. Ancak, metalikleşmiş haliyle de çok çok başarılı. Warrel’ın bütün ses perdelerini kullandığı vokali, her şeyiyle mükemmel! Gitarlar ve beste çok akıcı. Melodi ile ritmlerin birleştiği yerler inanılmaz iyi. Albümün en iyilerinden biri. Ancak bu başarılı cover’ın ardından “Let You Down” ile tempoyu yine düşüyor. Tabi çok uzun süreler için değil. Warrel hayal kırıklıklarından dem vuruyor, bunu yaparken de hoş bir melodi üzerinde şakımaya devam ediyor. Arpejler, clean ritmler ve distortionlar süper bir zamanlama ile birbirine karışıyor. Prodüksiyonun en başarılı olduğu şarkılardan biri. Ne yazık ki kendisinden sonra gelen “August” ise bana göre albümün en zayıf halkası. Temponun düşüklüğü bu kez iç karartıcı bir düzeyde. Ve işin tuhaf tarafı, bu şarkı da – tıpkı bazı Nevermore şarkıları gibi – tam bir ballad değil. Öyle olsa belki dinlenebilirliği artabilir ama bu haliyle cidden çok sıkıcı. 01.47 civarı giren bateri atakları da şarkıyı kurtaramıyor maalesef. Sondaki fade out gitarların bir anda çoşması keşke en başlarda yer alsaymış… Yedinci sıradaki “Your Chosen Misery” çok ilginç bir şarkı. Tempo yine çok yavaş başlıyor ama bunda bir farklılık var. 01.00’da giren akustik gitar büyük bir huzur veriyor ve burada çalınan melodi gerçekten çok çok güzel. 02.22’de şarkı bir kez daha yön değiştiriyor ve saptığı yön bir kez daha mutluluk verici. Warrel sesini önce inceltip, sonra kalınlaştırıyor. 02.50’de bir anda giren elektro gitarlar müthiş bir yoğunluk veriyorlar ama keşke orada (özellikle de Jeff Loomis imzalı) bir solo olsaymış da dedirtiyorlar. Şarkı buna rağmen beklenmedik ve son derece coşkulu finali ile mükemmel bir tat bırakıyor. Albümün en iyilerinden biri. Ama aynı zamanda albümde – en azından benim için – bir ayna görevi de görüyor. Albümün beni en rahatsız eden yanı, biraz da bencil bir düşünce ile, Warrel’ın bu albüm için bulduğu bazı harika noktaların, Nevermore ekibi tarafından yoğrulmasına izin vermemiş olması. “Your Chosen Misery”nin o sağlam akustik-distortion geçişinin Jeff Loomis tarafından nasıl işlenebileceği benim için önemli bir soru işareti ve merak noktası. İşte bu nedenle de, şarkı(lar)dan alabileceğim maksimum zevki alamadığımı belirtmem şart. Aslında tam bir önceki şarkı ile albüm yeniden heyecan kazanıyor diyorduk ki, bir sonraki şarkı, “The Day the Rats Went to War”, bize bunun basbayaa iyi bir albüm olduğunu yeniden hatırlatma görevi görüyor. Warrel artık bizi uyandırmanın vakti geldiğini düşünüyor ve albümün büyük bir ihtimalle en iyi şarkısı ile ortalığı dağıtıyor. Vokal tam anlamıyla ölümcül. Gitarlar inanılmaz gaz. Sözler – ki albüm, ismini de bu şarkının dizelerinden alıyor – bir metal şarkısı için bile fazla (iyi anlamda!) provokatif. Ve bir de elbette tam 01.51’de girip 02.12’de çıkan funky riff var. Ah o riff!! Gerçekten inanılmaz ama inanılmaz bir hoşluk katıyor şarkıya. Hemen ardından gelen klasik ve tanınabilir (ama çalınamaz!) James Murphy solosu her şeyin mükemmel olmasını sağlıyor. Şarkı biterken insan “keşke o riff bir daha gelse” de diyor ama çok da büyük bir önemi yok. Basitçe, albümün en iyisi. İki harika parçanın ardından, tempo yine düşüyor ve maalesef kaliteyi de beraberinde düşürüyor. Warrel Dane’in ağabeyi ile ilgili bir takım sorunları olduğunu biliyoruz. This Godless Endeavor’daki “My Acid Words” ve “This Godless Endeavor” şarkılarının sözleri, bize bu konuda büyük ipuçları vermişti. Ama sıradaki şarkı “Brother” bu sorunu iyiden iyiye göz önüne seriyor ve hemen her şeyi dürüstçe anlatıyor. Warrel, babasının ölümü ve o andaki travmasını, ağabeyinin genel tavırları ile birleştirip son derece kişisel bir şarkı yaratıyor. Vokalindeki öfke ve acı kolayca hissediliyor. “Eğer tanrıyı oynayabilseydim, ne yapacağımı çok iyi biliyorsun” derken, sanırım herkesin de bunu bilmesini hedefliyor. Çok kişisel ve bu yüzden de yorum yapılması en zor olan şarkı. Ve ne yazık ki, müziksel açıdan fazla tatmin edici bir yanı olmadığını da eklemeliyim. Sırada bir cover daha var. Nevermore, Dead Heart In A Dead World albümünde, “The Sound of Silence”ı coverladığında, ki o versiyonunun bir cover olduğunu anlamak için bile uzun uğraşlar gerekiyordu – o kadar iyiydi! -, şarkının sahibi Simon&Garfunkel’dan bir yorum gelmemişti. Ama şimdi “Patterns”ı da duyunca Paul Simon’ın artık bu güzide coverları yok sayamayacağına inanıyorum! Şarkının akıcı ve başlatıcı riffi hakikaten mükemmel. Çalması zor ama son derece akılda kalıcı bir melodi. Warrel’ın vokali inanılmaz. Şarkı da çok çok iyi. Ama yine de bu başarıya rağmen, bir takım eksiklerin olduğunu da eklemeliyiz ve bu eksiklerin en büyüğü de, sanırım, şarkının ikinci yarısının çok sıkıcı olması! Playlistiniz shuffle’da bu şarkıya denk gelirse, ilk anda ‘ya neden daha sık dinlemiyorum ben bunu?’ diyebilirsiniz ama aradan geçen bir dakika, size ‘neden’i gayet açık şekilde anlatacaktır sanırım. Keşke bu kadar tekrarlı olmasaydı… Bu cover’ın ardından, tempomuz yine diplerde. “This Old Man”de Warrel yine kişisel bir hikaye anlatıyor. Aslında, 00:49’da giren çok başarılı riff, ve o riffin çok az modifiye edilmiş haline 01:53’te eklenilen çok başarılı melodi, gerçekten zekice düşünülmüş. Ancak, bu çok yaratıcı fikir, keşke tüm şarkıya da yayılabilseymiş. Warrel’ın vokalleri de çok iyi ama tekrar geri dönülmek istenilen bir şarkı değil. Çok kötü olmamasına rağmen. Albümün – limited olmayan versiyonlarını – kapatan şarkısı “Equilibrium”, aynı zamanda da en sert şarkısı. Warrel’ın vokali çok çok çok başarılı, hele bazı yerleri hafif kısık bir brutalle söylemesi yok mu? Beni gerçekten bitirdi… Nakaratın altına döşenmiş melodi hakikaten hayranlık verici. Bu kadar sert bir girişi, ortalarda durdurup, üzerine son derece duygusal bir solo eklemek de bana büyük zevk verdi. Şarkının sonu ile ilgili (fade-out) bir sorunum var ama yine de albümdeki en iyi şarkılardan biri olduğunu düşünüyorum. Tekrar tekrar dinlenebilecek kadar kaliteli. Ve son olarak, albümün limited edition versiyonlarını kapatan “Everything Is Fading” de bonus olmayı hak etmeyecek kadar iyi bir şarkı. Müthiş sözleri, enfes gitarları ve son derece iyi bir bestesi var. Prodüksiyon yine çok iyi değil, belki bonus olmasının nedeni de bu ama eğer böyle bir eksiklik fark edildiği için bonus olarak kaldıysa, bundan daha kötü prodüksiyonlu şarkıların albümde yer aldığı gerçeği, pek hoş değil. Keşke “Everything Is Fading” yerine “August” bonus seçilseydi.

Şarkılar hakkında da yorum yaptıktan sonra, sözü toparlamanın ve yazının ana fikrini gün ışığına çıkartmanın zamanı geldi. Bu iki işi birbirine bağlayacak üç adet sorum ve sorulara kendimce cevaplarım olacak. Birinci sorum, “Warrel Dane’in bu albümü çıkarma amacı, hedefine ulaşmış mı?” Warrel’a göre asıl amaç “Nevermore’dan farklı olarak, herkesin yeteneklerini göstereceği şarkılar değil, gerçekten sağlam şarkılar” yapmakmış. Bunu iki açıdan eleştirebilirim. Birincisi, Nevermore şarkıları gerçekten teknik kapasiteyi açığa vuran şarkılar olsalar da, onları ‘Nevermore-şarkıları’ yapan şeyin, bir şarkıyı gerçekten sağlam şarkı yapan detaylar olan, bu teknik içindeki melodi-duygu yoğunluğu olduğu düşünüyorum. İkincisi ise, bu albümdeki şarkıların – birkaçı hariç – o kadar da ‘sağlam’ olmadıklarını düşünüyorum. Bu bağlamda, sanırım Dane’in amacı, çok da yerine getirilmemiş gibi görünüyor. İkinci sorum, “Buradaki şarkılar, Nevermore’la düzenlenemez miydi?” Praises to the War Machine’e baktığımda, şarkıların içerdiği fikirlerin, yeni Nevermore albümü için biraz naif, biraz da basit (kötü anlamda değil) kaçtığını kabul edebilirim. Ama sanki “When We Pray”deki, “The day Rats Went to War”daki, “Your Chosen Misery”deki fikirlerin, bilhassa da Jeff Loomis tarafından işlenmesi gerekiyormuş gibi bir hisse de kapılıyorum zaman zaman. O rifflerin daha babaları muhakkak ki Loomis tarafından yazılmıştır ve yazılacaktır ama Dane’in de bu muhteşem fikirleri Jeff’e sunduğunda ne olabileceğini merak ettiğine eminim. Üçüncü ve son sorum ise, “Nevermore’un geleceği ne olacak?” Warrel’a yapılacak övgüleri tahmin edebiliyorum, hak ettiğine de inanıyorum ama her şeye rağmen bu albümün Nevermore’un herhangi bir albümünün yerini alabileceğine de inanmıyorum. Sular biraz durulunca, Dane’in de Nevermore’a tam-gaz devam edecek kadar dürüst olduğuna eminim. Dolayısıyla bir sıkıntı yok. Şimdi en iyisi, gidelim ve savaş makinasına övgülerimizi sunmaya devam edelim. Ta ki, yeni Nevermore şarkıları gelinceye kadar!!!

 

*** Bu yazı Nevermore 2011 yılında dağılmadan önce yazılmıştır. Sanırım biraz fazla safmışım o zamanlar…