neden(,) erkan oğur?

Erkan Oğur’la, adını bilmeden tanıştım.

Üniversite sınavına hazırlandığım o uğursuz dönemlerden biriydi. Lise 2’deydim – yanılmıyorsam bir Cuma akşamıydı. Annemle babam işten çıkmışlar, beni dershanenin kapısında karşılamışlar ve ellerindeki sinema biletini göstererek “Eşkıya’ya gidiyoruz” demişlerdi.

Yavuz Turgul’un Türk sinemasına kalp masajı yapan filmini izlememek, o günlerde ölümcül bir hataydı adeta. İnsanlar sinemaya gidiyor, Şener Şen ile Uğur Yücel’in oyunculuklarını Yeşim Salkım’ın güzelliğini övüyor, filmin sonunda ne kadar ağladıklarından – bir film güzelleme derecesi olarak, akıtılan gözyaşı oranından – söz ediyor, “bir de filmin müzikleri var ki…” diye başlayan cümlelerle, muhtemelen daha önce adını bile duymadıkları bir müzisyenin, muhtemelen hangi müzik aletinden çıkarttığını bilemedikleri seslere duydukları hayranlığı tekrarlıyordu.

Sonradan öğrendik ki, o müzisyen Erkan Oğur’du, o alet perdesiz gitardı ve o melodiler ciddi anlamda muazzamdı.

Açıkçası film benim için fazla bir şey ifade etmemişti ama Oğur’un gayet kadınsı tınlayan kafa sesi ve gitarının perdelerini sökerek elde ettiği yarım-çeyrek (hatta daha da küçük) sesler, benim gibi bir müzik delisi için sadece çekici değil, aynı zamanda göz açıcıydı. Amfisinden maksimum distortion’ı almaya çalışan bir ‘metalci’ olarak, o gün, Oğur’un sıradan bir gitarın izin verdiği ses aralığına karşı bir devrim yapmış olduğundan habersizdim belki ama müziğe dair bir sonun, bir sınırın olmadığını belki de ilk defa bu kadar gözüme sokacaktı Oğur. Ve ben bunu bilmeden önce bile gerçekten çok etkilenmiştim.

Alt-orta sınıf bir ‘metalci’ liseliyseniz, paranızı gidip de Erkan Bey’in albümlerine harcayamazdınız ve ben de öyle yapmayıp çok sayıda boktan albüme para yatırmayı, Oğur diskografisini tamamlamaya tercih etmiştim elbette. Kendisine dair ilgim ve hayranlığım, ancak üniversitenin ikinci ya da üçüncü yılında yeniden canlanacaktı. Arada boşa harcadığım zamana ve paraya üzülmem ise belki bir on yıl daha alacaktı.

O dönemde okuduğum müzik eleştirmenleri Fretless / Bir Ömürlük Misafir (1994) albümünden “Oğur’un en iyi işi” olarak bahsediyordu ama serde var olan gıcıklık beni 1998 tarihli Gülün Kokusu Vardı’ya yöneltmişti. Albümü gerçekten çok sevmiştim. Erkan Oğur’un İsmail Hakkı Demircioğlu ile yaptığı düetlerle tanışmam – o dönemde müdavimi olduğum ve sonradan “ulan sırf biz sevdik diye kapattılar mekânı herhalde” diyeceğim, bugünkü Kızılırmak Sineması’nın bulunduğu binanın terasındaki – Türtav Bar’ında olmuştu. Gülün Kokusu Vardı, adeta o barda dinlediğim tüm şarkıları damıtılmış bir halde sunuyordu. Melodi, dinginlik ve muhteşem müzisyenlik, Fizan’da olsa bulunup getirilmesi gereken şeylerdi ve Oğur’un müziği bunu hiçbir yere gitmeye gerek bırakmadan mümkün kılıyordu.

Hiç (1999), Fuad (2001), Anadolu Beşik (2000), önceki çalışmalar ve Telvin’ler derken Erkan Oğur’un müziği, kendisinin 2010 sonrasında verdiği üçerli dörderli yıllık aralar dışında hep hayatımda oldu. ODTÜ’ye yüz defa gelmesine, bir ara haftada üç gün giderek adeta “mekânda masa sahibi olduğum” Trafo Bar’da sahneye çıkmasına ve milyon defa konser afişine denk gelmeme rağmen, kendisini hiç canlı dinleme fırsatı bulamamış olmam tümüyle benim ayıbım oldu. 2020’de çıkmış Kimse Kalmadı albümünün farkına 2021’de varmam, aramızdaki soğukluğa mı yoksa benim andavallığıma mı bağlıydı tam kestiremiyorum. Öyle veya böyle, Erkan Oğur benim için Türkiye’de yapılan müziğin zirvelerinden biri oldu. Dünyada “progresif” adı altında yapılan işler genellikle beste yapıları ve konseptler ile ilgili olurken; kendisinin “progresyonu müzik aletini değiştirerek” gerçekleştirmesi, beni müziğin evrenselliği ve sınırsızlığı konusunda – ama en başta müziğin devrimciliği konusunda – ikna etmişti.

Bir müzisyen olarak Erkan Oğur, bu âlemin en iyilerindendi.

Sonrası, daha doğrusu şimdisi ise malum…

13 Nisan tarihli bir EkşiSözlük entry’si, “adamcağız öldü mü acaba?” dedirtecek kadar istisnai bir “trend topic” olma durumu, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın söylediği “Hiç Oldum” türküsüne kopuz çalarak yapılan bir katkı (ya da bazı kaynaklara göre Kalın’ın albümü için kotarılan bir aranjörlük işi), akabinde gelen “Oğur bitticiler” ile “ne alaka yacılar” arası sıcak savaş, üç gün sonra Erkan Oğur’dan dinleyicilerine yöneltilmiş, “ben solcu, devrimci birisiyim” [1] cümlesi ile kapanış yapan ve hatalı olduğunu söyleyen bir özür metni/röportaj, Kalın cephesinden gelen sessiz duruş yanıtı, Kalın cephesine yakınlardan gelen “senin de ne […] olduğunu gördük” temalı serzenişler, bazı sadık Oğur dinleyicilerinin özrü kabulü, bazılarının ise “ben söze değil yapılan işe bakarımcı” reddi, ve diğerleri…  

2010 Kasım’ında Türkiye Komünist Partisi’nin 90. kuruluş yılına katılıp Erdal Eren’in perdeye yansıtılan silueti önünde İsmail Hakkı Demircioğlu ile birlikte “Zahit Bizi Tan Eyleme” türküsünü seslendirmiş [2], yine aynı yıl, “Açılım Süreci”nin heyheyli günlerindeki siyasetçi-sanatçı kahvaltılarına verilen bir karşılık olarak TEKEL işçileri ile kahvaltı yapan sanatçı grubunun içinde yer almış [3], 2014 yılındaki bir Berkin Elvan anmasında Grup Yorum’a sahnede eşlik etmiş [4] ve Türkiye’nin skalası hayli geniş Sağ-Sol projeksiyonunda her zaman Sol’a yakın durmuş Erkan Oğur’un, gelecek yıl yirminci iktidar yılını kutlayacak partinin merkezi figürlerinden biriyle yan yana gelip bir “üretimde” bulunması, elbette haber değeri taşıyacaktı. Elbette birileri bunu bir “gerileme” olarak görecek, diğerleri ise bunda “sanat ile siyaseti karıştırmayalım” retoriği temelinde bir “birlik oluş” sembolizmi arayacaktı. Birileri buna kızacak, diğerleri ise bundan bir umut devşirmeye çalışacaktı.

Hepsi normaldi. Hepsi, dünyanın neresine giderseniz gidin yaşanacaktı.

Bizde normalin anormale dönüşü, her zaman kaba çizgiler üzerinde gerçekleşir. İncelik, nezaket ve empati, anormalin diyarında sinsice pususunu kuran kabalığın gölgesinde erir gider. Küfür, kıyamet, ihanet ve haset – her zaman da azami ölçülerinde – yol kesen “eşkıyalar” gibi tarafları tahakkümleri altına alır. Tartışma ve karşılıklı anlaşabilme minimumları unutulur. Haklı ile haksız, değişmez kategorilermiş gibi arz-ı endam ettirilir ve illa ki bu kavgadan net bir sonuç beklenir.

Aklım erdiğinden beri, toplumsal olanın kabalığını teorinin incelikliliği ile aşmaya çalışıyorum ve Erkan Oğur “olayına” da bu minvalden bakmayı deneyeceğim.

AKP’nin son yirmi yılda her türlü siyasal ve kurumsal iktidarını, ülkenin en kuytularına kadar nüfuz ettirmeyi başardığını tekrar etmeye gerek yok. Geriye kalan tek eksiğin, hareketin öncülerinin de uzunca bir süredir itiraf edegeldiği üzere [5] [6], kültürel iktidarın inşası olduğu da malumun ilamı… Bunun için gerek “Açılım Süreci” boyunca popüler simaların kullanımı/araçsallaştırılması (hatırlarsanız, ipin ucu bir ara Şivan Perwer’e kadar bile uzamıştı [7]) gerek ünlülerle düzenlenen iftarlar/davetler/etkinlikler gerekse de (kelimenin tam anlamıyla) sağdan soldan, Nazım Hikmet’ten Nurettin Topçu’ya kadar geniş bir skaladan seçilen şairlere atıflar gibi türlü yollar seçildi. Bunlar zaman zaman kullan-at formunda eskitildi zaman zaman ise kalıcı oldu: Gün “geldi” Ahmet Kaya-benzeri çocuklar “O Ses Türkiye” kazandılar, gün “kaldı” diğer “babalar” MÜYAP aracılığıyla kurumsallaştılar [8], vs.

Bu örneklerde öne çıkan nokta, mevcut iktidar ilişkileri içinde orijinal bir kültürel üretim olmadığı, olamadığı, yapılmadığı, yapılamadığı, satmadığı, talep doğuramadığı için, “eski iktidar ilişkilerinin havuzundan adam devşirme” pratiği oldu. 1984 TRT Yılbaşı Kutlamaları’nda dönemin Başbakanı Turgut Özal ile rakı kadehi tokuşturan ünlülerin de [9] içinde bulunduğu geniş bir “sanatçı havuzu” belki (belediye konserleri, devlet sanatçılığı unvanları gibi) kişisel çıkarlardan belki de samimi siyasal-ideolojik örtüşmelerden dolayı, AKP’yi bu konuda hiç ‘ünlüsüz’ bırakmadı. Röportajları, açıklamaları, şarkıları, heykelleri, filmleri ve diğer “ürün”leriyle de iktidarın eksikliğini hissettiği kültürel iktidar üretimine katkı sağlamaya çalıştı.

Zaten bunda şaşılacak bir şey de yoktu.

Antonio Gramsci’nin 1930’ların başlarında yazdığı gibi, “tahakkümü ele geçirmeye doğru gelişme gösteren herhangi bir grubun en önemli özelliklerinden biri, onun geleneksel aydınları özümseme ve ‘ideolojik’ olarak fethetme yönündeki mücadelesidir.” [10] Gramsci’ye göre bir toplumdaki herkes, üretim kapasitesine sahip kabul edildiği ölçüde, aydın olabilir. Ancak her aydın aynı işlevselliğe sahip değildir. Gerçek aydın veya kültür-üretici kişi, “toplumsal ve siyasal alanda bir türdeşlik ve farkındalık kazandırabildiği” [11] ölçüde – bir başka deyişle, tahakküm ilişkilerine bir düzenlilik/hiyerarşi katabildiği müddetçe – değerlidir. Nitekim Gramsci devam eder ve uyarır: “Fakat [aydınların, iktidar tarafından] özümsenmesi ve fetih, söz konusu grubun kendi organik aydınlarını kendiliğinden geliştirmede başarılı olduğu ölçüde, daha çabuk ve daha etkili kılınır.” [12]

AKP hareketine yön verenleri endişelendiren esas mesele de tam olarak budur: Kitleleri peşinden sürükleyebilecek ve iktidarın kültürel kodlarını topluma yayabilecek bir aydın ya da sanatçı zümresinden söz edebilmek bugün için mümkün görünmemektedir. Geçmişin “ünlü havuzundan” seçilen isimler ya güncel bir üretim gerçekleştirememektedir (örneğin, 1970’lerin Orhan Gencebay’ı ile günümüz Orhan Gencebay’ı aynı değerde olabilir ama aynı üretim kapasitesinde değildir) ya ürettikleri ile günümüz “kültür bekçilerinin” [13] kapılarından içeri girmeyi başaramamaktadır (örneğin, Semih Kaplanoğlu’nun Bal-Süt-Yumurta üçlemesinin hitap ettiği kitle, onun Bağlılık Aslı’sındaki “çalıştığı için mutsuz olan ve çocuğuna da bakamayan anne” karakteriyle empati kuramaz) ya da popüler kültürün – kendilerine göre – “dejenere” kalıplarına hitap edemedikleri için ancak küçük bir tüketici kitleye hitap edebilmektedir (örneğin, açıktan siyasi mesaj vermeleri beklenebilecek hip-hop, rock veya özgün müzik kategorilerinde, iktidar-taraftarı mesaj üretebilen veya bu üretimini janrlarının en popüler isimleriyle karşılaştırabileceğimiz bir örnek bulunmaz).

Erkan Oğur ismi işte bu yüzden kritik bir önem taşır.

Oğur, son yıllarda üretme sıklığı git gide azalmış olsa da, hala aktif bir sanatçı; hala albüm çıkartıyor, konserler veriyor, farklı nesillerden ve türlerden dinleyicilere hitap edebiliyor. Üstelik açık bir politik duruşu da var ve bu duruşu, kültürel üretimi ile de destekleyip yeniden dolaşıma sokabiliyor. Gitarını veya sazlarından birini duyurduğu albüm, şirket kataloglarında üst sıralarda, “satan albümler” arasında yer alıyor. Bu anlamda, verdiği son röportajında kendi sözleriyle “müziğim siyaset üstüdür” veya “herhangi bir maddi beklenti karşılığında eşlik etmedim” [14] dese bile, aslında Oğur’un müziği hem “siyaset” alanıyla hem de “ekonomi” alanıyla üst üste binmiş vaziyette bir üretimi işaret ediyor. Kültür-siyaset, kültür-ekonomi ve hatta siyaset-ekonomi alan çiftleri, Erkan Oğur’un müziği sayesinde, onun müziğinin dinlendiği her saniye kendilerini yeniden-üretiyorlar.

Antik Yunan’da lir çalan şairlerden bu yana olduğu gibi, radyo ve plak sonrası günümüz dünyasında da Erkan Oğur’un müziği her şeyden önce bir “meta” ve piyasada alınıp satılıyor. Örneğin, Spotify’da bugün itibariyle Erkan Oğur, aylık 299,746 dinleyici tarafından “tüketiliyor”. Dolayısıyla, bu müzik bir tüketici kitlesine hitap ediyor. O kitlenin belki Oğur müziği üzerinde net bir dönüştürücü ektisi yok ama birey olarak “Erkan Bey”i konumlandırdığı bir kültür-siyaset-ekonomi kesişimi var ve bunun dışında gelişen her harekete de tepki gösterilmesi gayet doğal.

Erkan Oğur, sizin çok sevdiğiniz bir birey, bir aile babası, bir sanatçı, bir müzisyen, bir politik figür, bir ekonomi yaratma kapısı, bir borçlu, vs. de olsa, her şeyden önce endüstrileşmiş kültürün bir ürünü. Tıpkı bakkaldan satın aldığınız bir ekmek gibi, onu da “satın aldıktan” sonra kendisiyle yapacaklarınızın sınırı, tüketiciliğinize bırakılmış durumda.

Etik ile politiğin, politik ile estetiğin ve sonra tekrar etik ile estetiğin kesiştikleri bu yerde “paranın konuşması”na da – hatırlatalım – kapitalizm deniyor zaten.

Son bir örnekle, Erkan Oğur’un bugün Joan Baez ile bir araya gelip dünya işçileri için şarkı söylediklerini düşünün. Garipser misiniz? Övünür müsünüz?… Jeremy Corbyn’in Erkan Oğur’un müziğini dinlediğine ve çok sevdiğine dair bir açıklama yaptığını düşünün. “Helal olsun Jeremy’ye!” diyen tarafta mı olursunuz, “ne alaka?” diyen tarafta mı?… Şimdi bu cümleleri aynı bırakın ve Baez’i İsmail Türüt ile Corbyn’i de Geert Wilders ile değiştirin. Aynı saflarda mısınız hala?

Verdiğiniz cevaplar hiç önemli değil aslında. Önemli olan bir cevap veriyor olmanız! Evet, bu sorulara her cevap, Erkan Oğur’un müziğinin sadece müzik olmadığını, sesiyle, sazıyla ve sözüyle kültürün, siyasetin ve ekonominin birleşimde konuşlanmış olduğunu destekliyor ve ona bu üç alanda da bir sorumluluk yüklüyor.

İşte o yüzden, Erkan Oğur’un ‘hamlesi’ önemli. Girdiği kayıt da dilediği özür de kendini tanımladığı kelimeler de önemli…

Müzisyenliğinin mesajından, mesajının imajından, yanındaki ismin İsmail Hakkı Demircioğlu mu İbrahim Kalın mı olduğunun söylediği sözlerden sanıldığı kadar büyük bir farkı yok ve olmasını beklemek de mevcut dünyada bir hayal.

Kişileri sanatlarından veya politik duruşlarından ayırt edecek yıllar biteli çok oldu. Çok çok oldu… Öyle yıllar falan değil, asırlar oldu.

Müzisyenleri değil, müziklerini sevmeye çalışmanın bile anlamsız olduğu zamanların ürünleri olduğumuzu unutmamak dileğiyle…

[1] Ali Kemal Erdem, “Erkan Oğur Konuştu: Saray ve Kendi Menfaati İçin Müzik Yapan Birisi Olduğumu İfade Edenler Oldu. Tersine Saray’ın Verdiği Ödülü Kabul Etmemiştim,” Independent Türkçe, 16 Nisan 2021.

[2] “Hiç Boyun Eğer Mi İnsan?,” Evrensel, 29 Kasım 2010.

[3] “Sanatçılar TEKEL İşçileriyle Buluştu,” Cumhuriyet, 20 Mart 2010.

[4] “Berkin İçin Binlerce Balon Havalandı,” Hürriyet, 13 Nisan 2014.

[5] “Erdoğan: 14 Yıldır İktidarız Ama Sosyal ve Kültürel İktidar Olma Konusunda Sıkıntılar Var,” Sputnik Türkiye, 28 Mayıs 2017.

[6] “Erdoğan Hayıflandı: Kültür Alanında Arzu Ettiğimiz Gelişmeyi Gösteremedik”, Evrensel, 15 Ocak 2021.

[7] Bknz. “Ozan Arif Şivan Perwer’in Yerini Alınca,” 20 Ağustos 2015.

[8] “Orhan Gencebay’ın Parası Mı Bitti?,” BirGün, 5 Nisan 2021.

[9] “TRT Yılbaşı Özel Programı (1984),” YouTube,24 Ağustos 2020.

[10] Antonio Gramsci, “Aydınlar ve Eğitim,” Gramsci Kitabı: Seçme Yazılar 1916-1935 içinde, D. Forgacs (der.), İ. Yıldız (çev.), Ankara: Dipnot, 2010, s. 378.

[11] Gramsci, a.g.e., s. 375.

[12] Gramsci, a.g.e., s. 379.

[13] Pierre Bourdieu’nün kültürel üretim alanına kabul edilen ürünleri belirleme işlevine sahip bireyleri açıklarken kullandığı bekçi (gatekeeper) kavramı için bknz., Pierre Bourdieu, The Field of Cultural Production, Oxford: Polity Press, 1993.

[14] Erdem, a.g.e.

Comments Off on neden(,) erkan oğur?

Filed under Uncategorized

Comments are closed.